18 Ocak 2010 Pazartesi

Biraz Saygı Biraz Karizma İstiyorum Doktorcuğum!

Televizyon seyretmeyi sevmiyorum. Ama karnımı bu programlar sayesinde doyuruyorum. Bazen öyle programlara denk geliyorum gerçek insan hikayelerine şahit olduğum programlar oluyor bunlar. Şimdi küçük kız “bildiğime göre hiç kimse mutlu değil” diyor. Kulağım o küçük kızın anlattıklarında bu yazıyı yazıyorum. “hemşire olmak istiyorum” diyor “bu mezrada elektriği olmayan bu yerde bizden hiçbir şey olmaz.” Bu küçük kızın öğretmeni normalden uzun jöleli saçları, takım elbisesi, güleç yüzüyle etrafına yaşama enerjisi saçan, karşısındakine iyi ki insanım dedirten genç bir delikanlı. Vekil öğretmenlik yapıyor. Elektrik olmayan bu mezra onun atalarının memleketi olduğu için burada olmaktan memnun. Şarj edemediği bilgisayarını bazen okula getiriyor. Belki de çocuklar hayal edemeyecekleri, dokunamayacakları şeylere dokunsunlar diye. Bilim ve teknoloji dersinde çocuklara Türkçe dersi veriliyor. İnsan bazen bu katı komik gerçekler karşısında ağlamanın yetersiz kalacağını düşünüp taş kesiliyor.

Aslında bugün öfkeliyim ben. Yazının başına oturma nedeni öfkemi bedenimden savuşturmak. Oğlumun öğretmeni ile tutuştuğu seviyesiz kavgayı, seviyeli yazıyla aklımdan silmek. Görünmez bir el ekranda bana başka öğrenci öğretmen sorunlarını gösteriyor şimdi. Yazarken elim titriyor, aklım karışık. Oğlumun okuduğu Doğa Kolejinde “Anne Baba Olmak Seminerine” katılmıştım bir zamanlar. Orada bize çocukların öğretmenlerle ilişkisini, sınıfta ders yapılma şeklini gösteren video kayıtları göstermişlerdi. 10 kişilik sınıflar çocuklar kaykılıp sıralara oturmuş dersi dinliyorlardı. Bazı sınıflarda çocuklardan biri dersi masanın üzerine oturmuş, ayakları oturacağını sıranın üzerinde genç öğretmeni kayıtsızca dinlerken görünüyordu. Bu video görüntülerini anlatan psikolog gururla bize farklı bir eğitim verdiklerini anlatıyordu, hal dili de gururunu yansıtıyordu. En beğendiğim sözü ise “siz veli olarak çocuğunuzun iyi yanlarını ön plana çıkarmalısınız, çocuklarınıza bu yanlarını övgüyle söylemelisiniz. Biz eğitmenler ise onlar eksik yanlarını tamamlamakla görevliyiz” demişti.
Çocuklarının eğitimi konusunda uyguladıkları yönteme ise üzülmem mi sevinmem mi gerektiğine ise karar verememiştim bir türlü.

Ben yaklaşık yirmi sene önce sona eren eğitim hayatımı düşündüğüm zaman, güzel olan günlerimin arkadaşlarımla geçen haytalıklarımız, ve insanı diyaloglar kurduğumuz öğretmenlerimizi hatırlıyorum sevgiyle, içim ısınarak. Ben kız lisesinde okudum. Bir felsefe öğretmenimiz vardı. – yaşıyorsa ömrü uzun olsun, öldü ise Allah rahmet eylesin- Çok yaşlıydı. Sınıfa girdiği zaman “oturun eşşeoğlu eşekler” derdi. Oysa biz birer genç kız olmuştuk. İlk geldiğinde sözleri çok tuhafıma gitmişti. Ama dersi anlatmaya başladığında çok nazik olurdu. hakkaniyeti sonsuzdu. Mantık, sosyoloji ve felsefe derslerinin üçü birdi o dönemde. Onu o kadar çok görürdük ki hafta içinde ona küfürlerine alıştım zamanla. Onu sevdim, kişiliğine hayran oldum. Bir gün öğrencilerden biri saçma sapan bir soru sormuştu hocamıza. En sevdiği şarkıyı öğrenmek istemişti. “bir gece ansızın gelebilirim” olmuştu cevabı. Onun cevabı beni çok etkilemişti. bu kadar sert küfürbaz bir adamın sözleri bu kadar duygusal olan bir şarkıyı sevmesi beni şaşırtmıştı. İç dünyasında kırılgan olduğuna karar vermiştim. Üniversite sınavını kazanıp ona haber verdiğimde bana klasik bir espri yapmış “hımm demek mezar kazıcısı olacaksın” demişti. Otuz sene sonra adını bildiğim yüzünü hatırladığım hala saygı duyduğum bu adamı aklımın çekmecelerinden birinde hala saklamamın sebebi onun gerçek bir öğretmen olmasıydı. Derste bizim varlığımızı kabul eden varlığını kabul ettirir onu dinlememizi sağlardı. Başlangıçta vasat bir öğrenci olan ben, ona layık bir öğrenci olabilmek için dersine her zamankinden çok fazla çalışmış sınıfın en yüksek notlarını alır olmuştum. Şimdiki yaşımda küfürün doğru yerde kullanıldığında bir cümleyi tamamlayan en güzel duygu anlatımı olduğuna inanıyorum. Dilimde, yazımda çok fazla küfürün olmasının sebebi belki de felsefe hocama olan hayranlığımdan ileri geliyordur.


Saygının kendiliğinden olduğuna inanıyorum. “Ey dostlar bana bakın ben öyle bir kadınım ki bana saygı duymazsanız hata edersiniz” gibi bir söylemde bulunamayacağımı biliyorum. Bunu yazmanın bile komik olduğunun farkındayım. Ama bazen yazmak değil hecelemek bile yeterli olmuyor.
Bir dostum şakada olsa bana güzel bir söz söylemişti. “param olsa ne yazar ki” “ bir estetik cerrahına gidip doktorcum bana biraz karizma katabilir misiniz? diyemem” önce gülmüş sonra düşünmeye başlamıştım. Şaşkın, hayretle gözleri açılmış ,ağızları her an dolacakmış yarı açık cerrah odasında bekleşen kadınlar sürüsünü düşünüp, karizmanın doğuştan olduğuna bir daha emin olmuştum. Genlerimizden gelen özelliklerimizin dışında yaşamımızda duygusal birikimimizle kendimizin oluşturması gereken özellikler vardır. Saygı bunlardan biridir. İçinde büyüdüğümüz ailemiz kendimizi fark ettiğimiz andan itibaren bizi fark eder ve varlığımızı kabul eder. Saçımızı örerken, yemeğimizi bize yedirirken, giyeceğimiz elbiseyi seçerken bizim fikrimizi, beğenimizi ön planda tutarlar. Böylece biz kendimizi önemser, farkına varır ve kendimize saygı duyarız. Kendine saygı duyan insan ise kendine yaraşanı yapma çabasına düşer hayatı boyunca. Ailemiz bizi eleştirirken, neden sonuç ilişkisinden yola çıkar. Cezalandırmak değil yaptığımız hareketin onda yarattığı duygulardan bahseder. İşte o zaman biz her hareketimizin etrafımızda yaratacağı sonuçları düşünürüz. Ceza almak değildir ilk aklımıza gelen, korkumuz sevdiklerimizi üzmek onlara zarar vermektir. Size birini anlatırken, davranışlarının sebebini açıklayarak tanımlar en yakınızdakiler böylece siz gözlemlerinizi eleştirmek adına değil tanımlamak, tanımak adına yapmayı öğrenirsiniz.

Elbet bu davranış şeklide insanın karakterinde olan ama kesinlikle sonradanda öğrenilen davranış biçimleridir.

Bunun için yaşamak, insanlarla konuşmak, paylaşmak gerekir.

Bunca sözden sonra paylaşmam gereken, anlattıkça beni hafifletecek konu ise – belki de enerjimi pazartesiye saklamam gerek- oğlumun saygısızlıktan dolayı pazartesi disipline verilecek olması.

İngilizce öğretmenine saygısızlık ettiği, hakarette bulunduğu için önce sınav kağıdı kopya olarak kabul edildi, sonra sınavdan atıldı. Şimdi disipline gidiyor. Benim öğretemediğim bir eksikliği inansam ki okul verecek buyursunlar disiplin yolu oğluma açık olsun. Benim tuhafıma giden bir öğretmenin bana saygı göstermiyor diye on yedi yaşında bir çocuğu disipline göndermesi. Müdür yardımcısından yardım isteyip oğlumu disiplin etmeye kalkması.
Bu şeye benziyor ben her gün kafa patlatıp pardon ellerimi çatlatıp yazı yazıyorum. Kimse beni kaâle almıyor. Kimse benim yazılarımı okumuyor. Lütfen kime söyleyip ben yazılarımı okutabilirim. Beni beğensinler. Kocam da her gün dövüyor beni. Oğlum ders çalış dediğimde ağzımı yırtıyor. Hiç beni dinlemiyor. Kocama erken gel diyorum. O sabaha karşı geliyor. Çok okunan bir yazar. Kocası tarafından sevilen bir kadın, saygı duyulan, korkulan bir anne olmak istiyorum. Ama beni kimse iplemiyor. Ben kime şikayet edeceğim kendimi.

Burada hata kimde!

Zuhal Ozden
16 Ocak 2010-01-16
Evim