31 Ağustos 2011 Çarşamba

Hayat dediğin Bir Dilim Pasta

Hayat dediğin Bir Dilim Pasta

Ben ona öyle davranmadım. Her gün hastaneye götürdüm. Seneler boyunca onunla birlikte hastane koridorlarında sıra bekledim. Doktorlarla, hastalarla sıra kavgası yaptım.
Bir kere ağladım. Hastalığına teşhis konduğu gün eve gelene kadar takside bitirdim gözümdeki gözyaşını, ona hastalığının ciddiyetinden bahsetmedim, biçilen ömrü söylemedim.
Aklım bedenimden sıyrılmış yaşarken, onun sinirleri bozulurdu.
Geceleri evin içinde uğursuz bir hayalet gibi gezinirdim. Ölmekten korkardım. Uyku ne zaman bedenime girse, ölüm geldi sanırdım. Önce kollarım uyuşurdu. Bir yarış başlardı uykuyla aramda. Ben içimden sıyrılmak, ayağa kalkma mücadelesi verirdim, uykusuzluk bedenimi teslim almak, derinliklerde benimle birlikte dinlenmek isterdi. Her savaşı ben kazanırdım. Yataktan sessiz, külçe gibi ağır kalkar, dolanmaya başlardım.
Benim bu hallerim yüzünden öfke krizine tutulurdu. Arkamdan seslenirdi. “Deli kız uyu artık, yoksa yemin ederim seni tımarhaneye kapatırım.” Bazen evin dar koridorunda karşılaşırdık, beni saçlarımdan yakalar, yatmadan önceden içtiğim uyku ilaçlarımı yeniden boğazıma zorla tıkardı. İlaçlarımı içmeyi unuttuğum olurdu. Onun bana zorla içirdiği zamanlarda, öncesinde içmiş olsam da söylemeye üşenirdim.
Ben aklımı yitirdikçe o daha çok öfkelenir, bana kızgınlığı artardı. Kendine kızardı en çok, bana çarpardı.
Neden böyle biriydim ben. Normal değil, üstün zekalı değil, gün geçtikçe aklını daha çok kaçıran bir kız neden vardı onun hayatında. En çok bu soru sinirini bozuyordu.
Aklım kaçtığı zamanlar, peşine düşmezdim. Oturur seyrederdim gidişini, beklerdim. Bir daha geri gelmemesinden korkardım. Benden farklı olanların beni itelemesinden, ölesiye acı çekerdim. En çok da onun üzerimdeki hükmünden nefret ederdim.
Aklımla biz hem fikirken, onunla hep çatışırdık, bazen o kazanırdı, bazen ben. Ama aklım beni terk edince o hep kazanmış gibi yapmaya başladı. En çok onun hükmü canımı yakardı.
Bağırmaya üşenirdim. İçimdeki çığlık yükselir, zihnimin içinde bir girdap yaratır, şiddet dozunu yükseltir, hepsini bedenime boca ederdi. İçimi burkardım öfkemle, bir kağıt gibi dürer çöplüğüme atardım.
Neşeli zamanlarda yaptığım salatalara sıktığım limonlar gibi davranırdım kendime.
Böyle zamanlarda yemek yapmazdım. Soframda kimseler olmak istemezdi.
Çevrem ıssızlaşır, zihnimin içindeki konuşmalar hiç bitmezdi. Kafamın içindeki sesler sürekli kavga eder, pişmanlıkları, öfkeleri beni yakar, gürültülerinden beynim uyuşur, midemdekileri sofraya kusardım.
Bazen içimdeki sesler gerçeğim olur, dışımdakileri hayal sanırdım. Bazen birlikte alacalı bir kalabalık oluştururlardı etrafımda. Gerçeklerim koyu, hayallerim silik olurdu. Öyle çok korkardım ki kaybolmak için koşardım, koşmam beklememdi. Beklerdim kaybolmak için. Kelimelerin beni yutmasını dilerdim.
Ölmedim. Aklım gelip beni buldu.
Ben hiçbir nesneye suret gibi davranmadım.
Peşimden gelen kedinin sokaktaki yalnızlığını anladığım için hep kendimden korktum, ama korkumla birlikte kediye hiç tekme atmadım.
Yaz sıcağında zincire bağlanmış köpeğin gözlerinde korkuyu tanıyıp gözlerimi kaçırmadım, zincirini çözdüm.
Mezarının başında ayrık otlarını temizliyorum. Üzerine dökülmüş toprağa dokunmak ellerimi titretmiyor. Toprak, sıcak, yumuşak, parmaklarımın arasında sıkıp ufaladığım topakları kum gibi geri dökülüyor. Taşlarını ayıklıyorum teker teker, sabırsız çocuklar bekliyor başımda ellerinde su şişeleri. Aldırmadığım kızgınlıklarını saklamayı beceriyorlar.
Baktığı yerden bizi karşılaştırdığına eminim.
Çalışan, hayatın içine erkenden itilmiş sabırlı çocuklar. Bir de ben, hayatın köşesinden yakalamış, yürümeyi beceremeyen, kör, topal ilerleyen, özrü doğuştan bir aklı evvel.
Zuhal Özden
İst.31.08.2011

26 Ağustos 2011 Cuma

Bayramların Seyranların Alayına İsyanım Var

Bayramları sevmiyorum, hiçbir zaman da sevmedim. Bana dayatılan mecburiyet kılınan hiç bir şeyi sevemedim ben. Çocukluğumda zorunlu ev gezmelerine götürülürdüm, tanımadığım yaşlı kadınların adamların ellerini öper, sevmediğim tuzlu sütlaçları yemek zorunda bırakılırdım. İstemediğim kıyafetleri giyerdim. Bayrama uygun, aile ziyaretlerine uygun şeyler seçmem istenirdi.
Büyüklerin seremonisine uymak zorunda bırakılmaktan nefret ederdim. Güler yüzlü, nazik olmak zorundaydım. Oysa suratımı asmak hatta çığlık atmak isterdim. Rol yapmayı hiç beceremedim, suratı asık somurtkan oldum büyük ihtimal böyle günlerde.
Sabah erken kalkıp sofra hazırlamamızı isterlerdi. Erkekler sabah namazından gelmeden, ortalık toplanmalı, kahvaltı sofrası hazır olmalıydı. Bayramlıklar giyinmeli, eller öpülmek için beklenmeliydi.
Babamın aile ocağımız dediği yerde namazdan gelen erkekler bir ağıt tuttururdu, namazdan gelen evin merdiveninin bir basamağına oturur sessiz sessiz gözyaşı dökmeye başlardı. Küçük yaşta ölen babalarının, onlar evlendikten hemen sonra ölen annelerinin ağıdını yakarlardı. Babamın ağlamasından nefret ederdim. Bana kendimi güçsüz hissettirirdi.
Hep birlikte gittiğimiz aile mezarlığında da ağlardı babam. Ben ağlamak istemezdim. Babaannemi özlemesem de, onu az hatırlasam da mezarı başında olmak beni üzerdi ama babam ağladığı için ben ağlamak istemezdim.
Bayramlarda tanımadığım insanları ziyaret edip onları görmekten mutlu olmuşum gibi davranmak hoşuma gitmezdi.
Kuzenlerimle şeker toplamayı severdim. En çokta çikolata seven evin insanları hoşuma giderdi. Öyle sıradan şekerlemelerin sadece beğendiğimiz jelatinlerini bir süre saklardık.
Yakın aile fertleri kenarlarında nakışlar olan mendiller verirdi. En güzellerini Münevver Teyzem verirdi. Onları neden saklamadım sanki.
Erkek çocukları büyüdükçe onlara verilen mendiller farklılaşırdı.
Çizgili, babalarının kullandığı mendillerin aynısı olurdu, kızların ki yaşları büyüse de değişmezdi. Beyaz kenarında renkli nakışlar olan narin küçük patiskalardı. Kolalı, ütülü ve katlanmış olurdu.
Yaşlı bir kadın bizi şeker istedik diye kapısından kovmuştu. Yüzümüze kapatmıştı kapıyı, sanırım yaşlandığımda ben de onun gibi olurum, belki de kapıyı hiç açmam.
Gerçi şimdiler de kapıyı çalan kimseler yok. Kimse şeker toplamaya gelmiyor.
Hala zorunluluklar var hayatımda, sevmediğim insanları görmek zorundayım.
Ölümüme beş kala değiştiremediklerim beni çok kızdırıyor. Değişmesi gerekenin ben olmasına da kızgınım.
Düşüncelerimi değil insanları kovalamak istiyorum etrafımdan. Rahat bırakılmak, bir başıma olmak, dilediğimce somurtmak istiyorum.

Zuhal Özden
27.08.2011

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Kırmızı Araba ve Babam

Babam “Burada otur” derdi, “Hiçbir yere kıpırdama” kıpırdamazdım. Babamın girdiği kapıdan o çıkardı. Benim elimde her zaman bir dondurma olurdu. Erimesinden, bitmesinden korktuğum kocaman dondurmama minik fiskeler vururdum dilimle.

O elinde kırmızı arabası yüzüme bakmadan karşı kaldırıma geçer, uzaktan kumandasını çalıştırırdı. Kaldırımı gölgede bırakan erguvan ağacının altındaki banka oturur, arabasına acımadan öfkeyle ağacın gövdesine çarpardı. Taklalar atardı kırmızı spor araba.

Çocuk annesinden korkmuyordu, arabasının kırılmasını umursamıyordu belli ki.

Ben dondurmamı dikkatli yerdim. Üzerime dökülmesinden korkardım.

Annem bana bu kadar büyük külahta dondurma almazdı.

Yalnızca babam pazar gezilerimizde alırdı. Aramızda bir sırdı.

Ne ben yabancı bir evin bahçesinde sallandığım söylerdim saatlerce, ne de o bana dondurma yedirdiğini söylerdi. Kaç top istersem alırdı. Sınırları zorlar yiyebileceğimden daha fazlasını isterdim her seferinde.

Artık sıkılıyordum bu Pazar gezmelerinden. Bu çocuğu seyretmekten de sıkılmıştım.

Benimle hiç konuşmaya niyetli değildi, oynamakta istemiyordu. Sadece arabasını parçalamaktı niyeti. Kırmızı araba ikimizden de sabırlı çıkmıştı, buradan gördüğüm kadarıyla bir çiziği bile yoktu. Duvara çarpmak için tasarlanmıştı belki de.

Ben arabalardan anlamam.

Bebekleri severim.

Mutfak setim var. Annemin fırınından güzel ocağımda yemek pişirmeyi severim. Bebeklerimin saçlarını tararım, onlara tokalarımı takarım.

Keşke yanıma bebeğimi almama izin verse annem, daha az canım sıkılırdı.

Sonunda sinemaya gitmek olmasa bu gezmelere gelmek istemediğimi söyleyeceğim babama, ama annem istediğim filme götürmez beni.

Bayan hayır ile bay evet gibi yaşıyor bizimkiler. Birinin evet değini ötekinin onayladığını henüz görmek nasip olmadı. Bazen işime yarıyor bu inatları. Kabul ettirmek istediğimi sırasıyla sorduğumda onaylanmaması imkansız.

Tatilde büyük annemin yanında kalacağım. Evden ayrılmak bana iyi gelecek.

Evdekilerin sessiz gerginliği, gürültüsüz anlaşmazlıkları beni deli ediyor. Bazen çığlık atmak geliyor içimden, böyle zamanlarda odama kaçıp bebeklerimden birinin saçlarını çekiştiriyorum. Tıpkı annemin kızgın olduğunda benim saçlarımı taradığı gibi tarıyorum onların saçlarını, sıkıca bağlıyorum tokalarımdan biriyle. Tabaklarımdan birini kırmak istiyorum ama kıyamıyorum.

Anneannem geçecek diyor onlarda benim gibi büyüyeceklermiş ve her şey geçecekmiş.

O çok yaşlı bazen saçmalıyor. Ben yine de en çok onu seviyorum. Çünkü o beni dinliyor.

Zuhal Özden