25 Temmuz 2011 Pazartesi

Ben Tanrıyı Seviyorum

Ben denizi hiç görmedim. Bizim sınıfta bir çocuk var, adı Ali. O denizi görmüş. Ali diyor ki deniz çok büyükmüş, suyunu insanlar içip bitirmesin diye gece insanlar kamyonlar dolusu tuz döküyorlarmış. Ona dedim ki neden rengi mavi. Gece bekçileri varmış onlar annemin çiçeklerinin dibine koyduğu çiviti geceleri denize dökermiş o yüzden maviymiş. Suyun renginde olursa içindeki balıkları kuşlar görür hepsini yerlermiş. Ona da babası anlatmış. Doğrudur herhalde. Annem çiviti suyun içinde bekletiyor gerçekten eridiğinde su mavi oluyor, ben de gördüm.

Babam söz verdi, annemle beni de denize götürecek. Bizim de gezecek kadar paramız olduğunda, yüzmeye gideceğiz. Ben yüzme bilmiyorum ama babam bize öğretecek. Kolaymış babam öyle diyor.

Akşama bize köfte pişirecek babam. Sosis alacak bana. Teyzemle eniştem geliyorlar. Teyzem kafeteryada çalışıyor. Bana oradan sos getirecek, onların soslarını çok seviyorum. Bazen hafta sonları beni iş yerine götürüyor. Orada bir sürü akvaryum var. Kimseye söylemedim ama orada bir balığım var benim. Kırmızı bir kılıç balığı, o denizlerde yaşamaz. Süs balığı sadece akvaryumda yaşayabilir. Çok masraflı yoksa ben de isterdim annemden. Balıklar çok pahalıymış teyzemin patronu öyle diyor. Balık beslemek zengin işiymiş. Patronu iyi adam. Balıkları beslememe izin veriyor. Mıknatıslı bir süngeri var, onunla akvaryumun camını temizliyorum. İçinden hava kabarcıkları çıkan kayalar var. Çöp balıkları var içinde hep cama yapışıyorlar sanki, camın üzerine yapışan yosunları yiyorlarmış teyzem öyle diyor. O kadar çok balık var ki onları seyretmek çok zevkli.

Teyzem bazen bize geldiğinde, annemle bir odaya çekilip gizli gizli ağlıyorlar. Anneme yalvarıyor teyzem bana bir çocuk doğur diyor. Annem bunu benden isteme diyor. Benim gibi mutsuz olmasını ister misin çocuğunun. Ben mutsuz etmem abla, yemin ederim diyor boynuna kapanıyor annemin. Çok üzülüyorlar. Teyzemin bebekleri hep karnında ölüyormuş.

Babam evlat edinsinler diyor. Kızıyor annemi üzdüğü için. Benim dualarımda kabul olmuyor. Artık ben de yoruldum dua etmekten.

Annem doğduğunda, anne babası çok fakirmiş. Dedem şehre gidip para kazanmak istiyormuş. Büyük halaya bırakmışlar annemi. Onun parası çokmuş ama çocuğu yokmuş. Annemi o büyütmüş. Ama çocukları sevmezmiş. Kocası annemi çok sevmiş. Her sabah onu okula hazırlarmış. En sevdiği elmayı koyarmış çantasına. Yolda konuşurlarmış. Onun bütün sorularına kızmadan cevap verirmiş enişte babası ama hala onu hep azarlarmış. Çok konuşuyor diye kızarmış. Saçlarını bir kere taramamış. Zaten hep kısacık kestirmişler. Bit olur dermiş, uğraşamam ben dermiş büyük hala. Annem üzülürmüş ama korkarmış ağlamaya. Hep kendini suçlu hissedermiş. Neden sevmediğini anlayamazmış kendisini. Babasına sorarmış. Mutsuz annen dermiş. Ama neden olduğunu sorduğunda babası cevap vermezmiş. O da ikisi yüzünden mutsuz olduğunu düşünürmüş. Geceleri ona masal anlatırmış babası. Büyük hala kızarmış kocaman kız oldu bırak dermiş. Yatsın uyusun dermiş. Sadece güler aldırmazmış babası, anlatmaya devam edermiş. O öldüğünde çok ağlamış annem, dünya da bir tane kaldığını düşünmüş. Babamı tanıyıncaya kadar, ben doğana kadar bu hissi atamamış içinden.

Büyüyüp genç kız olduğunda kardeşleri ona gerçek annesini anlatmışlar. Biz senin kardeşleriniz demişler. Annesini bir türlü sevememiş. Büyük halanın onu istemediği duygusunu içinden bir türlü atamamış. Hala öldüğünde hafiflediğini hissetmiş. Ama yine de üzülmüş. Soru soramadığı için hep boğazında bir yumruk varmış. Bir babasını sevmiş bizden önce.

Annem babasının masallarını bana anlatıyor geceleri, ona gökyüzünün neden gündüzleri mavi olduğunu sordum. Senin gibi denizi hiç görmemiş çocuklar, gökyüzüne bakıp hayal kursunlar diye Tanrı maviye boyamış.

Ben annemden sonra en çok tanrıyı seviyorum. Keşki dualarımı duysa teyzemin karnındaki çocuklar da ölmese.

Zuhal Özden

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Annemin Pazar Parası Babamın Tespih Tanesi

Annem pazara Perşembe günleri giderdi. Gelirken yanında mutlaka bir hamal olurdu. Ağabeyim dalga geçerdi “Anne birazda başkalarına bıraksaydın.” Her seferinde söylediklerini ciddiye alırdı annem. “Sofrada yemek eksik olsa ilk somurtan sen olursun konuşma fazla.”

Bazen ağbimin sözünü dinler gibi hamal olmadan kendi taşırdı aldıklarını o zaman hamal parasını, kendi diktiği kesesine koyardı. Siyah kadifeden diktiği keseden ağbim arada para aşırırdı. O zaman kıyamet kopardı evde.

Babam gelmeden azarını işitir, ortalık durulurdu. Annem bizim günlük kusurlarımızın hepsini ona iletmezdi. Başa çıkamayacağını düşündüğü, duyunca kendisinin de azar işiteceğini inandıklarını hafifletir, uygun bir anında söylerdi babama.

Bir Perşembe günü annem pazardan gelmedi. Hamala vermediği yükleriyle karşıdan karşıya geçerken, kaldırımın kenarına yığılıvermiş. Onu hastaneye kaldırmışlar. Mahallenin kadınları yolun kenarında yatan annemi tanıyıp, birlikte hastaneye gitmişler. Banka müdürü olan babama haber vermişler. Koşup gitmiş babam. Biz okulda her şeyden habersiz eve dönüş saatimizi beklerken, annem babamdan helallik bile alamamış. Hastaneye götürdüklerinde onu yoğun bakıma sokmşlar. Beyin kanaması geçirmiş. Bir daha kendine gelmemiş. İki saat sonrada ölmüş.

Okuldan eve geldiğimizde evde komşumuz Nagihan Abla vardı. Onu eskiden sever miydim, hatırlamıyorum. Annem öldükten sonra nefret ettim. Nagihan ismini de hiç sevmiyor muşum meğer.

“Babanız çok üzgün çocuklar, onu daha fazla üzmeyin.” Demişti. “Ağlamayın. Yaramazlık yapmak yok, gürültü yaptığınızı duymayayım. Bakın annenizde sizi görüyor. O da üzülür”

Ağabeyim hiç konuşmamıştı. Odasına gitmiş, kapıyı o kadar hızlı kapatmıştı ki odasının camını kıracak annemi üzecek diye ödüm kopmuştu.

Annemin neden öldüğünü, nasıl öldüğünü babam bize, onu toprağa verdikten sonra anlattı. Biz, korkup soramamıştık neler olduğunu.

Ağabeyim cenazeye gelmedi. Babam onunla konuşmadı.

Komşumuz Nagihan Abla onu odasından çıkarmak için çok uğraştı. Ama abim ona öyle bir bağırdı ki, kadın söylene söylene çekip gitmek zorunda kaldı. “Ne halin varsa gör, terbiyesiz” dedi.

Ben babamın yüzüne bakmaya korkuyordum. Annemi evden bir kutunun içinde çıkardıklarında onun gerçekten öldüğünü anladım. Kendi kendime yemin ettim, bir daha hiç kimsenin cenazesine gitmeyeceğime. Kimsenin evden böyle çıkmasını seyretmeyecektim. Bu gerçekten ölüm demekti.

Bana onun yüzünü göstermek istediler. Odasına sokmaya çalıştılar. Bende kapının eşiğinde durup ona uzaktan baktım. Ayağımı kaldırdım. Ama eşiği aşıp odanın içine ayağımı sokamadım. Beni omuzlarımdan itti teyzem, “Anneni görmek istemiyor musun” dedi. “Bırak beni” dedim. Yanımdan ayrılıp yatağının yanına gitti teyzem. Onun ne kadar şansız olduğunu haykırdı. Gözlerini kapatamamışlar annemin. Babam sabaha kadar annemin başında oturdu. Teyzem kızdı ona. Ayıpladı. Günahmış. Annem artık onun için yabancıymış. Görmesi doğru değilmiş.

Ağabeyim odasından hiç çıkmadı. Bir hafta yemek yemeden odasında oturdu. Hiç kimseyle konuşmadı.

Odasından çıktığında babama yatılı okumak istediğini söyledi. Lisede okuyordu. Üniversiteye gitmesine bir sene vardı. Daha iyi hazırlanacağını, eve gelmek istemediğini söyledi. Babam kanepede, o ayakta durdular bir süre. Babam ağladı. “Peki oğlum” dedi. İlk defa adını söylemedi ağbimin. Annem hep “oğlum” derdi, babamsa adını seslenirdi oysa.

Ben ortaokula gidiyordum. İkimiz sessiz, sözsüz yaşamaya başladık babamla. “Karnın aç mı baba” derdim. “Varsa bir şey yerim” derdi. “Sevdiğin bulgur pilavını yaptım annemin ki gibi”, “Hımm” der başını sallardı. Ağır ağır yerdi yemeğini.

Erkenden emekliliğini istedi. Ben üniversiteye hazırlanıyordum. Ağbim mimarlığı kazanmış başka şehirde yurtta kalıyordu. Bazen telefon ederdi. Derslerimi, babamı sorardı. Annemden hiç bahsetmezdik. Sanki yaşamamış gibi davranırdı.

Babam annemin siyah kadife kesesini alırdı eline, pencerenin önüne oturur sanki tespih çeker gibi, elini kesenin içine sokar bozuk paraları şıkırdatırdı. Onları sayıyor muydu, yoksa okşuyor muydu bilmiyorum. Sanki pencerenin önünde annemin pazardan dönüşünü beklerdi. Zamanla ümidini kaybedip ölümünü beklemeye başladı. Daha az yemek yiyordu. Artık namaz kılmaya başlamıştı. Uzun uzun dualar ediyordu.

Ya seccadenin başında oluyordu. Ya da pencerenin kenarında, elinde kesesi bozuk paralarına dokunuyordu.

İlk zamanlar onun çıkardığı sesi hüzünle dinliyordum. Aklıma annemle ilgili anılarım, ağabeyimin şakaları gelirdi. Zamanla nefret etmeye başladım bozuk paraların sesinden. Ders çalışamaz oldum. Kulağımda kulaklık, müzik dinleyerek ders çalışmama rağmen uğultu halinde kafamın içinde bir yerlerde bozuk paraların sesini duyar olmuştum.

Okul bitmişti. Sınavlara az kalmıştı. Babam derslerimle, okulumla ilgilenmiyordu. Ben de ağbim gibi çekip gitmek istiyordum. Onu bırakıp gitmem imkansızdı. Kendimi köşeye sıkışmış hissediyordum.

Annem öldüğünden beri hiç ağlamamıştım. İçimden çığlıklar atmak geliyordu. Rüyalarımda henüz onu görmemiştim. Sadece evin içinde kovalamaca oynuyorduk. Ben ders çalışırken annem mutfakta, ben salondayken o odasında uyuyordu. Bu histen kurtulamıyordum. İkimizde görünmez olmuştuk.

Babam pencerenin kenarında oturmaya devam ediyordu.

Sıcak bir haziran günü öğle üzeri sokaktan sesler gelmeye başladı. Kahkaha sesleri geliyordu. Gençler yüksek sesle gülüyor, bağırılıyorlardı. Sessiz sokağımızdaki değişimi görmek için salona geldiğimde babamı pencerenin önünde ayakta buldum. Camı sonuna kadar açmış dışarıya bakıyordu. Elindeki kesenin içindeki paraları hızla uzağa fırlatıyordu ara sıra. Ona bakıp gülen gençleri görmüyor gibiydi. “Para lan bunlar” diye bağırışıyordu gençler. “Çöpe atmak yasak amca bunları bilmiyor musun” diyordu biri. Umurunda değildi babamın. Kızgın da değildi. Ölüm gelip onu almadığı için sıkılmıştı. Anneme kızgındı belki de. O gidince evimizdeki hayat durmuştu. Sanki kimse yaşamıyordu. Hepimiz kendimizi suçlu hissediyorduk yaşadığımız için belki de. Babamda tüm kızgınlığını paralardan çıkarmaya karar vermişti.

Onun hali karşısında bir an ne yapacağımı bilemedim. İçeriye alıp pencereyi kapamaya korktum. Keseyi boşalttıktan sonra kendi kapadı pencereyi. Sanki hiç bir şey olmamış gibi bana boş gözlerle bakıp koltuğuna yeniden oturdu.
Söyleyecek hiç bir şeyim olmadığı için, kurtulduğum sesten de biraz da olsa sevinçli içeriye döndüm.

Ertesi sabah babam felç geçirdi. Yirmi gün hiç konuşmadan, kıpırdamadan yattı. Sol tarafına felç inmişti. İyileşmek için hiç çaba göstermedi.

Öldüğünde gözlerini ağbim kapadı.

Zuhal Özden
13 Temmuz 2011

10 Temmuz 2011 Pazar

Bu Sabah Çay İçmedim.

Onun canını yaktım mı bilmem. Evet yakmışımdır. Bazen dilim hançer olmuş, dağlamışımdır.

En ağrıma giden sırf kendi egosuna iyi geldiği için, onu kıskanmam hoşuna gittiği için, hayatımın içinde yayıla yayıla yol alması. Bu ince yanlarım yüzünden, beni oralardan yakalayıp peşinden sürüklemesiydi.

Yaşadıklarımdan pişman değilim. Bunu öfke ya da gururumdan söylemiyorum, kızgınlığımı hafifletmek için bu duyguya tutunmuyorum.

Onu sevdiğim zamanlarda kendime de şefkat duydum. Kelimeleri güzelliğimi taçlandırdı.

Sevimliydim. Şirindim.

Çocuktum, anneydim, kadındım yanında.

Kıskanmak canımı yaktı, peşi sıra gelen köşeye sıkışmışlık duygusundan nefret ettim.

Tüm bu duygu karmaşası ilişkimizi yaşatmaya sebep olsa da sonunda yorgun ayrıldık.

Sürekli imkansıza çarpmak, hayallerimizi tüketti.

Onun dünyasında yer almayı benim tek kişilik bünyem kaldıramadı. Bencilliğim çoğaldı, çoğul sevmeyi beceremedim, öğrenemedim.

İnsanların, eşyaları anlamlandırmasını düşünüyorum bu aralar. Babamın evi, o olmasa da onu hatırlatıyor. Biliyorum ki o ev yok olsa, önce babamın adını anmayı erteleyeceğim, zamanla hafızamdan onunla ilgili resimler silinecek ve babam yok olacak.

Eşyalar bana insanları, anıları hatırlattıkça kalbim ağrıyor.

Sigaramı yakarken elimde tuttuğum çakmak, bira bardağımın kenarında ki kırık, yatağımın başındaki kitap, kanepemdeki sigara yanığı bugünlerde bende zaman sekmesi yaratıyor.

Beklediğim durak, menzilim farklı olsa da kapattığım, rafa kaldırdığım bir kitabın ben de uyandırdığı duyguları anımsatıyor.

Oysa uzun zamandır ona dokunmadım. Sayfalarını çevirip, içimi ferahlatan, çiçeklendiren kelimelerine göz değdirmedim.

Bu sabah bir kabustan adıyla uyandım. Geçmişteki güzel günlerden birine uyandığımı hayal ettim.

kapım çalsın istedim, bekledim.

Koşup mutfağa, çayı demledim.

Kanepeme uzanıp zilin sesine kulak kesildim.

Gerçeğe inat bekledim.

Düşünce gücüme güvendim. Zorladım.

Uzaklarda bir yerlerde onu yatağından kaldırdım. Zihnine girmek istedim.

Ayaklarındaki güç olup dışarı çıkarmak vardı aklımda.

Öğlen oldu. Çaydanlığın suyu bitti, çayın tadı kaçtı.

Olmadı. Gelmedi.

Yeniden gerçeğe yenik düştüm.

Zuhal Özden
10.07.2010

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Mor Laleler Alacağım Sana

Hayatımda hiçbir erkeğe çiçek almamıştım. Bu laleler o kadar güzeldi ki dayanamadım. Kadına dedim ki şu sarı laleleri sarsana bana, ama çok para vermem. Zaten adamı tanımıyorum fazla değmeyecekse üzülürüm. Kendime olsa neyse.

Olur mu be abla, dedi. Şunlara baksana.

Sanki elinde elmas nadide bir gerdanlık tutuyor, bunlara verilmez mi şimdi.

Ay duymadın galiba adamın tekine alıyorum.

Sen günde kaç tane satıyorsun böyle. Kadınlar sevgililerine, kocalarına çiçek alıyor sanki.

Ah be ablam sen ne diyorsun, ben sana anlatsam burada yaşadıklarımı vallahi roman olur.

Sen ne iş yapıyorsun abla.

Ben mi, yüzümü buruşturdum. Son günlerde işimi sorduklarında biraz teredüt ediyorum. Çünkü ispat istiyorlar. Senaristim diyorum. Hiç seyrettik mi yazdığın bir şeyi diyorlar. Yok henüz onaylanan bir şeyim, diyorum.

Yazarım. Yüzünde hiç tepki olmadı bunun. Sonra bombayı patlattı.

Olsun be abla ben de çiçek satıyorum. Ekmek parası ne yapacaksın. Eskiden sepetçilik yapardım. Şimdi hanım olduk, burnumuz büyüdü, çiçekçiyiz.

Allahımm, işe bak ya beğenmedi hanfendi.

Neyse kaça veriyorsun sen şimdi bunları.

İki demeti sana yirmi lira olur.

E millete kaçtan veriyorsun. On beş lira veririm.

Kurtarmaz.

Kurtarır, kurtarır hadi geç kaldım. Daha ilk günden bekletmek olmaz dimi.

Canın sağ olsun. Yine gel. Kahve içemeye de beklerim. Bak benim müşterilerim Levent’ten bile atlar, arabaya gelir.

Yuh orada çiçek mi yok. Millet çıldırmış.

Yok be abla sohbetimi seviyormuş.

He iyi. Güzel tamam.

Nerede deli var beni bulur zaten.

Anladım sen de delisin beklerim diyorsun oldu.

Yok be abla sen anladın beni gel beklerim bak.

Oldu tamam hadi kolay gelsin.

Allahım ya harbiden tüm salaklar beni buluyor. Şimdi elimde sarı lalaler, adama ne diycem ya. Bir de amma meraklı kadınmış dermiş. Aman neyse beğenmezsem halini, bir arkadaşıma rastladım aldı derim. Yalan mı bitti hayret bir şey .

Ne kalabalık. Gündüz vakti bu kadar insanın işi gücü yok mu ya. Kadınlar neyse de bu erkeklerin hepsi işsiz mi. Şuna bak. Herkesin elinde bir lap top, bunların hepsi evinden iş yapan tipler mi?

Sinirli olduğumda, ya da gergin çok konuşuyorum, beden dilim çok hareketli oluyor. Kolumu bacağımı nereye koyacağımı şaşırıyorum. Birazdan kesin çişim gelir. Bu garson nerede ya. Taksi gibiler he yağmurlu havalarda onlarda yok olur ortadan. Bunlarda kalabalık olunca mekan, arada bul işin yoksa.

Pardon bakar mısınız.?

Buyurun hanımefendi.

Limonata var mı? Konsantre istemiyorum yalnız.

Var

Tamam. Taze nane de olursa içinde harika olur.

Tabii efendim zaten koyuyoruz.

Peki teşekkür ederim.

Offf şu kadınlar ne çok fuzuli konuşuyor ya. Şeytan dal masalarını dağıt hepsini diyor. Nerede kaldı bu adam. Sanki ben erkek o kadın bir de elimde çiçekler. Allahım ne gıcık bir gün ya.

Başka bir arzunuz var mıydı.

Hayır teşekkür ederim. Arkadaşımı bekliyorum. Umarım gelir. Geç kaldı da.

Umarım efendim.

Allahım herkes kafayı yemiş. Umarmış. Yani ben buluşulacak tip değilim de es kaza gelirse ne ala. Bu kadar gerçek fazla ya.

Yarım saat daha bekler giderim vallahi. Çiçeğim de bana kalır. Bir daha da açmam telefonlarını. İşim olmaz. Hayret bir şey.

Aha geliyor. Suratı niye asık bunun be. Sanki zorla biri itekliyor arkasından.

Çok özür dilerim ya. Beklettim seni çok afedersin.

Ne güzel çiçekler.

Al, sana aldım. Umarım lale seviyorsun.

Bak şimdi. Gerçekten mi. Harikasın ya. Kimse bana çiçek almamıştı. Hastane ziyareti dışında. Geç kaldım diye beni hastanelik falan etmeyeceksin dimi.

Aman çok komik. Bu benim aptal bir huyum beğendiğim bir şeyi almadan geçemiyorum. Dua et saç tokası beğenmedim.

Immm haklısın. Çok teşekkür ederim ya. Kendimi biraz odun gibi hissettim. Onur da duydum hea. Teşekkür ederim. Benim sana almam gerekirdi. Ne de olsa ilk buluşmamız.

Senin bu samimiyetini seviyorum.

Fazla sevme kızarsam kafanı kırmaya da yeltenebilirim.

A a evet bunu da tahmin edebiliyorum.

Ya aslında kafamı kırabilirsin. Şimdi söyleyeceklerimi duyduğunda. Ben gitmeliyim. İş yerinde yarım saatliğine izin aldım. Yetiştirmem gereken şeyler var. Biliyorsun ben montaj yapıyorum. Gece yarılarına kadar çalışmam gerek. Kasetler elime çok geç geldi. Ben de yemeğe diye çıktım. Sana haber vereyim dedim. Şimdi bunu telefonda söylemek olmazdı. Sanki kasti yapıyormuşum gibi. Beni anlıyorsun değil mi?

Anlıyorum biz de televizyonda çalıştık. Biliyoruz herhalde.

Hah çok yaşa ya. Ödüm koptu kızarsın diye.

Kızdım elbet ama yapacak bir şey yok. Ver çiçeklerimi. Sana bir daha buluşmamızda mor olanlarını alırım. Bunlar yakışmadı sana.

Hadi be şakacı. Vermem.

Aman iyi verme.

Karnım çok aç benim şu garson nerede bir sandeviç yeseydim ben ya. Sen bir şey yedin mi.

Hayır seni bekledim.

Yemin bunu telafi edicem. Sana ellerimle yemek yapıcam.

Aman ne güzel. Duyanda usta bir aşçısın sanacak.

Aa niye öyle diyorsun. Valla güzel yemek yaparım ben. Kaç senedir tek başıma yaşıyorum biliyor musun.

Nerden biliyim sen söyle.

Beni ailem doğduğumda bir apartmanın kapısının önüne bırakmışlar.

Yuh başka yalan bulamadın mı

Vallahi doğru söylüyorum. İsmimi polisler koymuş. Binler Umut’tan biriyim ben. Vallahi öyle bakma yüzüme. Sonra beni kimsesizler yurduna teslim etmişler. On sekiz yaşına kadar kaldım. Sonra üniversiteye gittim. Üniversitede devlet beni bir eve yerleştirdi. Orada benim gibi çocuklarla birlikte yaşadım. Kendi paramı kazanmaya başlayınca ayrı eve çıktım. Hala onlardan kopmadım. Bir dernek kurduk. Sokak çocukları için yardım topluyoruz. Geceler düzenliyoruz. Üniversiteden beri bi fiil bu işlerle uğraşıyorum.

Hadi ya. Güzelmiş. Yani böyle şeylerle uğraşman.

Daha önce anlatmadım. Sen de sormadın zaten. Yüz yüzeyken anlatmak istedim. Genelde insanlar bizim gibi insanlardan çekinir.

Neden ?

Bilmem aile yanında büyümemek aslında insanın doğasına aykırı, o yüzden galiba. Gerilir insanlar. Ne konuşacaklarını bilemez.

Hımm bilmem ben de şaşırdım aslında. Daha önce senin gibi bir arkadaşım olmadı. Ama farklı görünmüyorsun diğerlerinden. Hatta özel buldum ki sana lale aldım değil mi?

Zuhal Özden
06.07.2010

5 Temmuz 2011 Salı

Bugün Deniz Suskundu

Benim yaşımda ki şehirli kızlar gazete okurlar mı bilmem ama ben şehirde yaşıyor olsaydım okurdum.

On bir yaşındayım. Akşam beni öldürdüler. Dayımın oğlu boynuma mavi çamaşır ipini geçirdi. Dayım sandalyemi ayaklarımın altından öteye tekmeledi. Nefes almadım. İp kopar sandım. Suyun altında nefesimi tutar gibi yutmak istedim nefesimi, canımın acısı düşünmeme engel oldu. Boğazım acıdı, boğuldum.

Teyze kızlarımla ilk defa gittiğim denizi düşündüm. Dalgaların sesini hatırlamaya çalıştım. Yüzümü yalayan gözlerimin içine dolan tuzlu suyu hayal etmek istedim. Olmadı.

Hep deniz kenarında yaşamışım gibi tanıdık gibiydi, kokusu, rengi, kocamanlığı.

Eşyan “Dalgalara dik gözlerini” demişti. “Sadece onlara bak.”

Dalgalarla birlikte kumu yalıyordum. Eğilip bükülüyordum. Çıplaktım. Islaktım. Bedenim hamura dönüşüyordu. Geri çekiliyordum sonra tüm gücümle boca ediyordum kendimi kumların üzerine. Sonra tekrar geri çekiliyordum. Dalgalarla birlikte yükseliyordum. Başım dönüyor, içim boşalıyordu. Tekrar kıyıyı yalıyordum.

Deniz olmak çok güzeldi. Çıplak olmak, bir tek olmak, kocaman olmak gibiydi.

Bir de dalgaların sesi vardı. Bir yandan uykumu getiriyordu. Bir o kadar da uçmak istiyordum.

Çıplaktım. Islaktım. Hafiftim. Sanki bedenim yok olmuştu. Sadece ben vardı.

Eşyan bağırdı. “Haydi atla” dedi. Hiç düşünmeden atladım. Ensemin üzerinden geçti dalganın dilinin ucu, sırtımı, belimi yaladı. Ayak ucumda patladı. Ölüyorum. Ölmek bu kadar güzel olabilir miydi?

“Haydi kalk dalga geliyor, bir daha atlayalım” dedi Eşyan. Dizlerim titriyordu. Korkuyordum. Gözlerimi azıcık açtım. Yüzümde bir şamar gibi patladı dalgalar. Yere düştüm. Eşyan kolumdan yakaladı. “Kocaman bak atla” yorgunluktan her yanım ağrıyordu. Bacaklarımı hissetmiyordum. Ölmek umurumda değildi. Kendimi dalganın içine bıraktım. Yine sırtımı yalayıp geçti. Bu sefer düşmeden kalkmayı başarmıştım.

Her yer maviydi. Sanki dünya maviye boyanmıştı. İçinde sadece ben vardım. Korktum.

“Hadi boğulacaksın, yürü çıkalım” dedi Eşyan eteğimden çekiştiriyordu. Ağırlaşmıştı giysilerim. Üzerimden kayıp çıkacağından korktum. Her yanımda tatlı bir sızı vardı.

Gece boğazımdaki ipin ucunda sallanırken, olmadı düşünemedim. Oysa dalgaların beni sulara gömdüğünü hayal etmek istemiştim. Sadece canım yandı.

Sanki ateşin içindeki buz parçasıydım. Bedenim erir gibi parçalanıyordu. Her bir parçamın toza dönüştüğünü hissettim. Çok canım yandı. Ağlamadım.

Merak ediyorum. Merakımdan gidemedim.

Bu sabah deniz kenarında çocuklar gazete okumuş mudur? Asılmış bir kızın haberini görünce ne düşünmüşlerdir. Küçük bir kızın ipin ucunda sallanmasının ne demek olduğunu anlamışlar mıdır?

Merakımdan gidemiyorum.

Günahımı, suçumu bilmek istemişler midir?

Cesaretimi sorgulamışlar mıdır?

Annem ben doğarken ölmüş. Babam beni dayıma vermiş. Ben beş yaşındayken dayımın oğulları o boş evde ilk defa canımı yaktılar. Beni hiç rahat bırakmadılar.

On gün önce kaçtım. Denize gitmek istedim. Balıklar yesin istedim. Dalgalarda boğulmak istedim. Deniz beni yutsun istedim. Son defa dünya mavi olsun istedim. Kocaman suda yıkanmak istedim. Olmadı.

Beni geri getirip tavana astılar.

Zuhal Özden
05.07.2010
İstanbul/Denizin Kenarı
Bugün deniz suskundu.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Kadın Halleri

Bir kadının başına gelebilecek en kötü şey evlendikten sonra kabak tadı veren bir ilişki olsa gerek. Bizler birini seçtiğimizi ilan ettiğimizde bunu fazla önemseriz. Hata yaptığımızı anladığımızda ise geri dönmemiz kolay olmaz. İtiraf etmek istemeyiz yanlış seçim yaptığımızı. Erkek gibi düşünmeyiz. Biz bir kitabı okuduğumuzda şayet beğenirsek, bir müddet onun hissettirdiği duyguyla yaşarız. Okuduklarımızı pratiğe geçirmemiz duygusal manada olur. Biz kullanma klavu okumadan da bir bütünü oluştarabiliriz. En azın bir klavuz okumak tüm bileşenlerin mantığını kavramamızı sağlar. Erkekler alıntılar yapar. Paragrafları olduğu gibi alır hayatlarının içine koyar. Bir çoğu beğendiği kitabın sayfa numaralarını ezbere bilir. Biz sadece duyguyu taşırız. Adı bile aklımızda kalmaz bazen.

Onların arkadaşlıkları çocukluklarına dayanır. Fazla bir şey beklemedikleri için uzun süre arkadaş kalır, kolay anlaşırlar. Biz sevgilimize bakışını beğenmediğimiz arkadaşımızı, çok kolay hayatımızdan çıkarmayı beceririz.

Kocalarımız için aynı şey geçerli değildir. Erkeklerimiz bizi hayal kırıklığına uğrattığında hayatımızı, kendimizi gözden geçirir yeni kararlar alırız. Bir kabuğumuzu kırar, yaramızı sarar daha tecrübeli düşeriz yollara. Haritamızda ki çizgiler kalınlaşır.

Şarkıları ciddiye alırız. Bizi avutur bazen, en yakın arkadaşımızın sözlerinden daha şifalıdır.

Günlerdir aynı albümü dinliyorum. Onunla tanıştığımda dinlediğim şarkılar çalıyor bilgisayarımda. Eski duygularımı hatırlamaya çalışıyorum.

Resimler dökülüyor zihnime, duyguları hatırlayamıyorum.

İşten çıkar koşarak evine giderdim o zamanlar. Bekar eviydi, pisti. Titiz kadınımdır. Her yerde yemek yemem. Hafta sonlarını mutfağımı, banyomu kırklamakla geçiririm. O zamanlarda öyleydim.

Bekar evinin pisliğini görmezdi gözüm. Yemek yerdik. Bazen seviştiğimiz yatağın başucunda duran mayoneze ekmek banar, akşam yemeği yapardık. Onunla yaptığımız her şey bana çok özeli zevkli gelirdi.

Birlikteliğimizin hayal kırıklıkları olmasına rağmen hep eğlenceli yanlarını görmeye, birlikte olduğumuz anların özel olduğunu düşünmeye çalıştım. Başardım da. İşin kötü tarafı, artık böyle bir çaba harcamak istemiyorum.


Elimdeki kitabı fırlatıp atmak geliyor içimden. En sevdiğim kitabı bile açıp tekrar tekar okumam. Bende uyandırdığı ilk etki ikincisinde her zaman kaybolur. Bundan hoşlanmam.

Miyadı dolmuş bir ilişkiyi zorla sürdürmenin, anlamlı kılmaya çalışmanın zaman kaybı olduğunu biliyorum.

O da beni sevmiyor artık. Bana baktığında sinirlendiğini hissediyorum. Benimle olmaktan hoşlanmıyor. Bunu hissetmek acı veriyor.

Alışkanlıklarımdan kurtulup yeniden bir hayat kurmanın yollarını düşünüyorum bugünlerde. Tembelim. Yenilikler konusunda kaplumbağa hızıyla ilerlemek kanımda var. Emin olmadığım adımı atmak istemiyorum. Mantığımla duygularımın denk gelmesini bekliyorum. Her adımımım da denge istiyorum. Bu beni yavaşlatıyor. Biliyorum ki dengeyi sağladığımda her şey istemsiz kendiliğinden olacak.

Yorgunum. Canım kitap bile okumak istemiyor.

Sevişmek güzelde, yeniden savaşmaya gücüm yok.

Ona beni sevmiyorsun artık, ben de heyecanımı, isteğimi kaybettim desem, biliyorum beni suçlayacak. Onun yaşama biçimi başkalarıyla mukayeseden geçiyor. Başkalarını eleştirerek kendini sorgulama yöntemini benimsemiş.

Anlamak hiç bir şeyi çözmüyor. Tanımak, aklından geçenleri hissetmek bazen bunaltıcı oluyor.

Ben başkalarının mutsuzluğu üzerinde mutlu olamam ki.

Kendimi bensiz de dünyanın döneceğine ikna etmeye çalışıyorum bu aralar.

Zuhal Özden

3 Temmuz 2011 Pazar

Bizim Evin Halleri

Benim babam çok kızgın bir adam. Bize hep bağırır. Bazen annemi kardeşlerimi döver. Annem onun parası olmadığı için kızgın olduğunu söylüyor.

Polisler beni sokakta bulduklarını zannedip evimin nerede olduğunu sordukları gece onlara evimin adresini vermek istemedim. Beni karakola getireceklerini söylediklerinde aklıma abimin söyledikleri geldi. Onu nezarete atmışlar. Pazarda kadının teki hırsız çantamı çaldılar diye ortalığı veryansın edince abimi yakalamıştı polisler. Ama o suçsuzdu. Cüzdanı nere ye attığını sormuşlar. Yemin billah etmiş “suçsuzum” demiş inanamamışlar. İçerde yat aklın başına gelsin demişler. İki gün tuttular. Çok dövmüşler. Anneme küfür etmişler. Ne zaman polisleri görse küfür eder o yüzden ama onlardan korkuyor biliyorum. Babamı gördüğünde yaptığı gibi omuzlarını düşürüyor gözlerini daha çabuk kırpıyor onu tanırım ben. Altı yaşında bir çocuğun gece yarısı üçte sokakta olmasına alışık olmalarına rağmen o gece beni evime götürmek için çok uğraştı polisler. Bırakmaya niyetleri yoktu. O gece yeterince para kazanamamıştım. Kışın bizim işler kesat olur. Kimsenin burnu akmaz ki mendil alsınlar. Kızlar alıyor en çok zaten onlarda çantalarında mutlaka bir tane olsun isterler. Neyse ben işte karakola gitmektense eve gidip babamdan dayak yemeye razı oldum. Getirdiğim parayı beğenmezse beni eve almazdı bazen üşenmezse döverdi beni. Bizim evin giriş bileti kazandığımız paranın miktarıydı. Tabii bunu onlara anlatamazdım. İşte o gece babam çok kızdı. Hem param yoktu hem de polisleri peşime takmıştım. İki gün ağrılarım yüzünden işe çıkamadım. Annem olmasa dayak çok dayak yerdim aslında. Ölürsem hapse girermiş. Annem öyle söyledi. O da sadece küfretti. Bana her baktığında.

Bugün amcam geldi. Küçük olanı. O babamdan daha neşeli. Çünkü onun bakkal dükkanı var. Abim onun mahallenin çocuklarına bali, esrar sattığını söylüyor. İsmet bali içiyor. Belki ondan alıyordur. Bilmiyorum. Ama ben içmem. İsmet hep uykusu var gibi dolaşıyor. Herkes onu görmezden geliyor. Hiç konuşmuyor zaten. Bazen deli gibi gülüyor. Neden gülüyorsun diyorum. Hiç diyor. Abim o çok yaşamaz diyor. Beyni ölüyormuş. O yüzden gözleri öyleymiş. Sanki hep başka yere bakıyor. Uzakta benim görmediğim bir şeyleri görüyor sanki. Ne var lan orada diyorum. Hiç diyor. Ben de siktir git piç diyorum. Babamın söylediği gibi. Gülüyor. Daha çok sinir olsam da uzatmıyorum. Garibim zaten deli. Günahsız annemin dediği gibi. Bir de ben mi vurayım.

Amcam bugün anneme ne söyledi bilmedim önce. Oturduğu yere çöktü annem tıpkı babam başına yumruk savurduğu zamanlardaki gibi kafasını iki elinin arasına aldı. “amanın”diye bağırdı. Sen ne diyorsun emin mi gerçek mi diyorsun. Doğru söyle vurdular mı öldü mü evimin direği. Kim ki evinin direği. Abimi mi vurdular dedim anneme. Dizlerimin üzerine oturdum. Annemin gözlerine bakmak istedim. İsmet gibi beni görmedi. “Sen ne diyorsun Emin sahi mi dersin öldü mü “ Amcam sakin ol, çocuklar diyordu. Anlamıyordu annem.

Babamı vurmuşlar. Gece gelmedi eve. Annem beddua ediyordu ben yatarken. Geberesice Allah bilir nerede kumar oynuyor Allahın belası” diyordu. Kumar masasında kavga çıkarmış babam. Bıçaklamışlar. Morgdan çıkarmak lazımmış. Para lazımmış. Amcam ödermiş ama zaten borcumuz varmış ona buralar sıkışıkmış herkes veresiye alıyormuş. Kimsede yokmuş ki onda olsun.

Ölüm demek dayak yok demek. İstediğim zaman eve girebilirim belki. Hatta kendime şu havaya fırlatınca ışıklar saçan oyuncağı bile alabilirim. Babam duvara yapışan örümcek adamımı sobaya atıp yakmıştı. Sakız gibi erimişti bir anda. Oysa duvara bile yapışmıyordu. Bir ayağı koptuğu için vermişti Osman ağbi onu bana. Dedim ya babam kızgın adamdı.

Zuhal Özden