26 Haziran 2011 Pazar

Kurtla Kuzu Masalı

Kurtla Kuzu Masalı


Türk İntikam Tugayları Evrensel ve Agos Gazetesinin çalışanlarını tehdit etmişler. Ayrıca bazı yazar ve siyasilerinde isimlerini sıralamışlar, süre vermişler 1-15 Ağustos tarihleri arasında ülkeyi terk edeceklermiş, üstelik bunu gazetelerde ilan edeceklermiş.

Oldu giderken ne giysinler, yanlarına ne alsınlar.

Oğlumdan bir bardak su isterken bile ricacı olan ben, onların bu pervasızlıkları sayesinde kendimi tutamıyorum.

Her sabah kalktığımda okuduğum gazetenin sayfalarını haberleriyle kirletmişler. Üstelik sinirimi zıplattılar.

Ben de sizin adınızı duymak istemiyorum. Bir yerde var olduğunuzu bilmek beni huzursuz ediyor. Kahkahalarım yüzümde donuyor bu aralar.

Bakın bugünlerde varlığınız geleceğime gölge düşürüyor.

Pervasızlığınızın dönüp dolaşıp sizi bulmasını arzuluyorum.

Bir film kahramanını hatırladım sayenizde.

O genç adam yaşadığı şehirde terör estiren, Nazi hayranı biriydi. Kapısının eşiğinde bir zencinin kafasını ezip öldürdüğü için hapse girdi.

Hapishane onun hüküm sürdüğü şehrine benzemiyordu. Duş aldığı bir gün, onu en azmanından birkaç zenci köşeye sıkıştırmış taciz etmişti. Genç adamın ayıp yerine 36 dikiş atmak zorunda kalmıştı hapishanenin doktoru. O günden sonra pek bir mazlum olmuştu kahramanımız, onu koruyan, akıl verende çalıştığı çamaşırhanedeki başka zenci olmuştu.

Cezası bitip evine döndüğü zaman geride bıraktığını sandığı günahları peşini bırakmamıştı. Kapısının eşiğinde kafasını parçaladığı zencinin erkek kardeşi aynı okulda okuyan küçük kardeşini okulun tuvaletinde kıstırmış silahla öldürmüştü. Genç adam kardeşinin ölümüne çok üzüldü.

Bir zamanlar döverek seviştiği sevgilisi de artık onunla sevişmek istemiyordu. Onun sertliğine alışan sevgili, sevgi dolu yumuşaklığını sevgisizlik, beceriksizlik olarak yorumlamıştı netekim.

Bu dünya hepimizin, kendimize ait olan geçmişiz ve geleceğe taşıdıklarımız.

Lütfen gölge etmeyin.

Zuhal Özden

23 Haziran 2011 Perşembe

Cehennemi Cennet Sananlar Olmasa

Cehennemi Cennet Sananlar Olmasa



Leyla Zana ve iki arkadaşı meclisteki yeminlerini ana dillerinde yaptıkları için tutuklanmış hapse girmişti. Öncesinde gazetelerde küçük bir kızı olduğunu sabah kahvaltısı için ailesine ekmek almaya giderken çekilen fotoğraflarını görmüştüm. Hapse girdikten sonra iki arkadaşı birlikte yine hapishane resimleri vardı gazetelerde. O zaman kendimi düşünmüştüm. Oğlumun ben hapse girersem neler hissedeceğini, sonra küçük kızı. Annesini kim bilir ne kadar özlediğini, sabah kahvaltılarında, akşam yemeklerinde, gece yatağına uzandığında neler hissedeceğini tahmin etmeye çalışmış, bir cam kırığı daha yutmuştum.

Oğlum sekiz yaşındayken birlikte yazlık evimize gitmiştik. Tek sohbet ettiğimiz aile, evimizin yanında günlük alışverişimizi yaptığımız manav Ahmet ve eşiydi. Ahmet karısıyla bana haber gönderir, bir şeye ihtiyacım olduğunda maddi problemlerim konusunda çekinmeden onlara söyleyebileceğimi iletmişti. Kendimi güvende hissederdim. Oğlum onların çocuklarıyla sokakta oyun oynardı. İlk defa bensiz bahçede oynamaya başlamıştı. Birlikte bisiklete biner, denize girerlerdi. Ben Ahmet’in eşiyle kaldırımda oturur, sattığı fındıkları ayıklamasına yardım eder, sohbet ederdim.

Cumartesi annesiydi. Geleneksel kıyafetleriyle gezerdi. Başındaki örtüsünü kendi yöresine has bağlardı. Ondan çok şey öğrendim. Pratikte öğrene bileceğim, kitaplarda olmayan, gazetelerde sözü geçmeyen duyguları, olayları ondan öğrendim.

Kendime dönüp hayıflandığım zamanlar çok oldu. Benim de bir ana dilim vardı ama konuşmayı bilmiyordum. Oğluma sadece adını vermiş ama dilini öğretememiştik. Bizim evimizde bir Türk gibi yaşanıyordu. Ahmet ‘in oğulları kızları kimliklerinin farkındaydı. Anne babaları hal dilleriyle kültürlerini evlerinde yaşatmayı başarmışlardı. Bu konuda hep kendimi onların eksik hissettim.

Ertesi sene yazlığa gittiğimde Ahmet yoktu, yaşadığı şehirde kendi partisinin başkanı olduğu için tutuklanmış, hapse girmişti.

Oğlumun saçlarını onun kuzeninin berber dükkanında kestirirdim. O da tıpkı Ahmet ve ailesi gibi insan yürekliydi.

Her seçim sonrasında kapatılan partiler, hapse atılan insanlar bana devletin kendine ne kadar güvensiz olduğunu hissettirmiştir. Onlardan bir sürü insan tanıdım. Öfkeli değil tam tersine sabırlıydılar. Huysuz babanın âlim çocukları gibiydiler.

Bugün baba yine huysuzluk ediyor. Sanki yaşlanmışta bir önceki sözünü unutmuş gibi davranmaktan yorulmuyor.

Avukat babasından günlerdir haber alamayan bir oğulla yapılan röportajı okumuştum yıllar önce, 1990 sonrasıydı. Babasının akıbeti hakkında sorulan sorulara oğul cevaplar veriyordu. Gururlu ve hüzünlüydü. Ama öfke sezilmiyordu kelimelerinde.

Babasının cansız bedeni birkaç gün sonra Sapanca’da boş bir arazide bulundu.

Benim hamurumda öfke çok fazla, hüzünde. Hayatın olumsuz yanlarıyla yaşayıp iyilik dolu yanlarında durup şükretmekten başka bir şey gelmiyor elimden.

Dünyanın dönme gücünü iyi insanların eylemlerinden aldığını düşünmüşümdür hep. Bu bana cennetin varlığından daha gerçek görünüyor.
Bazen insan olmaktan utanıyorum. Doğanın gölgesinde bir kedi olmak geliyor içimden. Taş olmayı arzuluyorum.

Bazen çekip gitmek istiyorum. Ama inandıklarım peşimi bırakmıyor.

Aklındaki cehennemi cennet sananlar seslenmek istiyorum.

Siz bizim varlığımızın kanıtısınız. Siz olmasaydınız ne biz kendimizdekilerin farkında olabilirdik. Ne de cehennemin. Dünya hızla döner biz hiç ölmezdik.

Bize aklınızdakileri yaşatmaktan vazgeçin.

Zuhal Özden

16 Haziran 2011 Perşembe

Dün gece kocamı öldürdüm.

Hayatımda ilk defa korkmuyorum. Belki de doğduğumdan beri ilk defa kendimi rahat hafiflemiş hissediyorum. Şimdi düşünüyorum da çocukluğumda yani bundan otuz sene önce hayalet gibi yaşarmışım. Silikmişim. İlk defa gerçekten istediğim, kendim için yaptığım bir şey var. O da birini öldürmek.

Böyle düşündüğümü hiç bilmezdim. Ama kocam Reyhan’ı yerde tekmelerken, koca karnına savururken o pis ayaklarını birden o anda ne kadar çok öldürmek istediğim insan olduğunu anladım. O odanın içinde şayet annem olsaydı, babam, amcamın yamuk kafalı oğlu Halil hepsini gözümü kırkmadan öldürürdüm. Ha bir de komşumuz beni kocama layık gören bizi birbirimize yakıştıran Hatçe kadın ah o da olsaydı onu da, hiç acımadan elimdeki baltayla kafasını ikiye ayırırdım. O kınalı saçlarını kızıla boyardım kendi kanıyla. Onca yaşına rağmen hiç beyazlamayan simsiyah saçları kıpkızıl olurdu.

Pişman değilim.

Kocamı evimizin baltasıyla parçaladığım için asla pişman değilim.

Reyhan’ı hastaneye yatırmışlar. Yediği tekmeler yüzünden ölü doğurmuş oğlunu.

Üzülmek istedim. Ağlamak. Ağlayamadım.

Kocam benim üzerime kuma getirdiğinde sevinmiştim. Artık beni rahat bırakacağı için mutlu olmuştum. Ama Reyhan evimize geldiği günden beri beni hiç rahat bırakmadı. Onu sevmek istemedim. Acımakta istemedim. Hem ben kimim ki, ona nasıl acıyım.

O her gece bana yalvardı. Her gece kurtar beni diye yalvardı." Gönderme onun yanına" diyordu.

Geceleri kocamın koynundan kaçar benim yanıma sığınırdı.

Uykusundan uyanan kocam odama dalar saçından yakaladığı gibi onu sürükleyerek odasına götürürdü. Beni tekmelemeyi ihmal etmezdi. Ağlayan kızlarımın kafalarına birer yumruk savururdu.

Biz kadınlar evin en karanlık odasında uyurduk. Kızlarımın odasına geçtiğim zaman huzurlu derin uykular uyuyacağımı sanmıştım. Ama o gecenin yarısı odamıza dalar tekmeleriyle uykumuzu bölerdi. Ölmekten korkardım. Kızlarımı öldürmesinden korkardım. Ama onun canını yakacağımı bir gün aklıma getirmedim. Ta ki o gün gelip de kumamı yani zorla kaçırıp evimize getirdiği ikinci karısını gündüz gözüyle sebepsiz, yerlerde tekmeleyene dek.

Beni bu kadar çileden çıkaran neydi bilmiyorum. Sabrımı taşıran neydi hatırlamıyorum.

Kocamın öfkeden deliye dönmüş çirkin yüzünde gördüğüm başka yüzler mi, kulağıma sürekli emirler yağdıran babamın, annemin sesleri mi, yoksa komşumuzun sahte, neşeli, yalan sözleri miydi hatırlamıyorum.

Komşumuz “Kız” diyordu “Neden suratını asıyorsun, senin yerinde olmak isteyen bu köyde ne çok kadın var biliyor musun” “Şans yüzüne güldü, adamın annesi ölmüş, kaynana dırdırı çekmeyeceksin. Hem adam tecrübeli, karısı yeni öldü. Çocuk istiyor kız, elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacak, seni görmüş vurulmuş. Ne istersen alacakmış”

Koca kafalı Emin kulağıma tıslıyordu. Bunları hiç kimseye anlatmayacaksın. Anlatırsan yalanlarım. Hem kim inanır senin gibi akılsız bir kıza he. Beni kandırdı derim. Cilve yaptı. Şeytana uydum derim. Duydun mu kız beni. Çağırdığım zaman geleceksin, duydun mu. Kimseye söylemeyeceksin.

Doğru söylüyordu. Kimse inanmak istemezdi bana. Suçluydum. Doğarken yapmıştım ilk kusurumu. Kadındım.

Reyhan yerde bağırmıyordu. Kızlarım ocağın kenarına sinmiş korkudan ağlayamıyordu. Kulağıma tıslamaya devam ediyordu Emin. “Kimseye anlatmayacaksın” Babamın sesi geliyordu uzaklardan “Rahimeee su getir.” Ceza keser gibiydi sesi.

Önce sırtına sapladım elimdeki keseri. Kanlar fışkırdı. Ölmüş anasından derman diledi kocam. Dizlerinin üzerine çöktü. Başı dizlerime değiyordu. Onu bir tekmede savurdum. Kızlarım adımı seslendi. Reyhan “Abla”dedi. Duramazdım.

İlk defa yaptığım bir şey bana zevk veriyordu. Bir daha indirdim baltayı kocamın üzerine. Anlında kocaman bir yarık açıldı.

Yorulmuştum.

Bugüne kadar taşıdığım yüklerden daha ağır geliyordu elimdeki balta. Taşımaya gücüm yetmedi. Tükendim.

Tıpkı kocam gibi bitkin dizlerimin üzerine çöktüm bende. Kızların çığlıklarına gelen komşular kapıyı yumrukluyordu.Yerde, yeni sildiğim halının üzerindeki kan gölü, evin tahtaları arasında kendine yol bulmuş, evimizin tabanına sızıyordu.

Zuhal Özden
İst.17.06.2011

Özürüm Doğuştan

Dün gece kocamı öldürdüm. Hayatımda ilk defa korkmuyorum. Belki de doğduğumdan beri ilk defa kendimi rahat hafiflemiş hissediyorum. Şimdi düşünüyorum da çocukluğumda yani bundan otuz sene önce hayalet gibi yaşarmışım. Silikmişim. İlk defa gerçekten istediğim, kendim için yaptığım bir şey var. O da birini öldürmek. Böyle düşündüğümü hiç bilmezdim. Ama kocam Reyhan’ı yerde tekmelerken, koca karnına savururken o pis ayaklarını birden o anda ne kadar çok öldürmek istediğim insan olduğunu anladım. O odanın içinde şayet annem olsaydı, babam, amcamın yamuk kafalı oğlu Halil hepsini gözümü kırkmadan öldürürdüm. Ha bir de komşumuz beni kocama layık gören bizi birbirimize yakıştıran Hatçe kadın ah o da olsaydı onu da hiç acımadan elimdeki baltayla kafasını ikiye ayırır. O kınalı saçlarını kızıla boyardım kendi kanıyla. Ona yaşına rağmen hiç beyazlamayan simsiyah saçları kıpkızıl olurdu.
Pişman değilim. Kocamı evimiz baltasıyla parçaladığım için asla pişman değilim. Reyhan’ı hastaneye yatırmışlar. Yediği tekmeler yüzünden ölü doğurmuş oğlunu. Üzülmek istedim. Ağlamak. Ağlayamadım. Kocam benim üzerime kuma getirdiğinde sevinmiştim. Artık beni rahat bırakacağı için mutlu olmuştum. Ama Reyhan evimize geldiği günden beri beni hiç rahat bırakmadı. Onu sevmek istemedim. Acımakta istemedim. Hem ben kimim ki ona nasıl acıyım. O her gece bana yalvardı. Her gece kurtar beni diye yalvardı. Gönderme onun yanına diyordu. Geceleri kocamın koynundan kaçar benim yanıma sığınırdı. Uykusundan uyanan kocam odama dalar saçından yakaladığı gibi onu sürükleyerek odasına götürürdü. Beni tekmelemeyi ihmal etmezdi. Ağlayan kızlarımın kafalarına birer yumruk savururdu. Biz kadınlar evin en karanlık odasında uyurduk. Kızlarımın odasına geçtiğim zaman huzurlu derin uykular uyuyacağımı sanmıştım. Ama o gecenin yarısı odamıza dalar tekmeleriyle uykumuzu bölerdi. Ölmekten korkardım. Kızlarımı öldürmesinden korkardım. Ama onun canın yakacağımı bir gün aklıma getirmedim. Ta ki o gün gelip de kumamı yani zorla kaçırıp evimize getirdiği ikinci karısını gündüz gözüyle sebepsiz yerlerde tekmeleyene dek.
Beni bu kadar çileden çıkaran neydi bilmiyorum. Sabrımı taşıran neydi hatırlamıyorum. Kocamın öfkeden deliye dönmüş çirkin yüzünde gördüğüm başka yüzler mi, kulağıma sürekli emirler yağdıran babamın, annemin sesleri mi yoksa komşumuzun sahte, neşeli, yalan sözleri miydi hatırlamıyorum. Komşumuz “Kız” diyordu “Neden suratını asıyorsun, senin yerinde olmak isteyen bu köyde ne çok kadın var biliyor musun” “Şans yüzüne güldü, adamın annesi ölmüş, kaynana dırdırı çekmeyeceksin. Hem adam tecrübeli, karısı yeni öldü. Çocuk istiyor kız, elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacak, seni görmüş vurulmuş. Ne istersen alacakmış” Koca kafalı Emin kulağıma tıslıyordu. Bunları hiç kimseye anlatmayacaksın. Anlatırsan yalanlarım. Hem kim inanır senin gibi akılsız bir kıza he. Beni kandırdı derim. Cilve yaptı. Şeytana uydum derim. Duydun mu kız beni. Çağırdığım zaman geleceksin duydun mu. Kimseye söylemeyeceksin.
Doğru söylüyordu. Kimse inanmak istemezdi bana. Suçluydum. Doğarken yapmıştım ilk kusurumu. Kadındım.
Reyhan yerde bağırmıyordu. Kızlarım ocağın kenarına sinmiş korkudan ağlayamıyordu. Kulağıma tıslamaya devam ediyordu Emin. “Kimseye anlatmayacaksın” Babamın sesi geliyordu uzaklardan “Rahimeee su getir.” Ceza keser gibiydi sesi.
Önce sırtına sapladım elimdeki keseri. Kanlar fışkırdı. “Anammm” diye bağırdı kocam. Dizlerinin üzerine çöktü. Başı dizlerime değiyordu. Onu bir tekmede savurdum. Kızlarımı adımı seslendi. Reyhan “Abla”dedi. Duramazdım. İlk defa yaptığım bir şey bana zevk veriyordu. Bir daha indirdim baltayı kocamın üzerine. Anlında kocaman bir yarık açıldı. Yorulmuştum. Bugüne kadar taşıdığım yüklerden daha ağır geliyordu elimdeki balta. Taşımaya gücüm yetmedi. Tükendim. Tıpkı kocam gibi bitkin dizlerimin üzerine çöktüm bende. Kızların çığlıklarına gelen komşular kapıyı yumrukluyordu. Yeni sildiğim halının üzerindeki kan gölü evin tahtaları arasında kendine yol bulmuş, evimizin tabanına sızıyordu.
Zuhal Özden
İst.17.06.2011