23 Haziran 2011 Perşembe

Cehennemi Cennet Sananlar Olmasa

Cehennemi Cennet Sananlar Olmasa



Leyla Zana ve iki arkadaşı meclisteki yeminlerini ana dillerinde yaptıkları için tutuklanmış hapse girmişti. Öncesinde gazetelerde küçük bir kızı olduğunu sabah kahvaltısı için ailesine ekmek almaya giderken çekilen fotoğraflarını görmüştüm. Hapse girdikten sonra iki arkadaşı birlikte yine hapishane resimleri vardı gazetelerde. O zaman kendimi düşünmüştüm. Oğlumun ben hapse girersem neler hissedeceğini, sonra küçük kızı. Annesini kim bilir ne kadar özlediğini, sabah kahvaltılarında, akşam yemeklerinde, gece yatağına uzandığında neler hissedeceğini tahmin etmeye çalışmış, bir cam kırığı daha yutmuştum.

Oğlum sekiz yaşındayken birlikte yazlık evimize gitmiştik. Tek sohbet ettiğimiz aile, evimizin yanında günlük alışverişimizi yaptığımız manav Ahmet ve eşiydi. Ahmet karısıyla bana haber gönderir, bir şeye ihtiyacım olduğunda maddi problemlerim konusunda çekinmeden onlara söyleyebileceğimi iletmişti. Kendimi güvende hissederdim. Oğlum onların çocuklarıyla sokakta oyun oynardı. İlk defa bensiz bahçede oynamaya başlamıştı. Birlikte bisiklete biner, denize girerlerdi. Ben Ahmet’in eşiyle kaldırımda oturur, sattığı fındıkları ayıklamasına yardım eder, sohbet ederdim.

Cumartesi annesiydi. Geleneksel kıyafetleriyle gezerdi. Başındaki örtüsünü kendi yöresine has bağlardı. Ondan çok şey öğrendim. Pratikte öğrene bileceğim, kitaplarda olmayan, gazetelerde sözü geçmeyen duyguları, olayları ondan öğrendim.

Kendime dönüp hayıflandığım zamanlar çok oldu. Benim de bir ana dilim vardı ama konuşmayı bilmiyordum. Oğluma sadece adını vermiş ama dilini öğretememiştik. Bizim evimizde bir Türk gibi yaşanıyordu. Ahmet ‘in oğulları kızları kimliklerinin farkındaydı. Anne babaları hal dilleriyle kültürlerini evlerinde yaşatmayı başarmışlardı. Bu konuda hep kendimi onların eksik hissettim.

Ertesi sene yazlığa gittiğimde Ahmet yoktu, yaşadığı şehirde kendi partisinin başkanı olduğu için tutuklanmış, hapse girmişti.

Oğlumun saçlarını onun kuzeninin berber dükkanında kestirirdim. O da tıpkı Ahmet ve ailesi gibi insan yürekliydi.

Her seçim sonrasında kapatılan partiler, hapse atılan insanlar bana devletin kendine ne kadar güvensiz olduğunu hissettirmiştir. Onlardan bir sürü insan tanıdım. Öfkeli değil tam tersine sabırlıydılar. Huysuz babanın âlim çocukları gibiydiler.

Bugün baba yine huysuzluk ediyor. Sanki yaşlanmışta bir önceki sözünü unutmuş gibi davranmaktan yorulmuyor.

Avukat babasından günlerdir haber alamayan bir oğulla yapılan röportajı okumuştum yıllar önce, 1990 sonrasıydı. Babasının akıbeti hakkında sorulan sorulara oğul cevaplar veriyordu. Gururlu ve hüzünlüydü. Ama öfke sezilmiyordu kelimelerinde.

Babasının cansız bedeni birkaç gün sonra Sapanca’da boş bir arazide bulundu.

Benim hamurumda öfke çok fazla, hüzünde. Hayatın olumsuz yanlarıyla yaşayıp iyilik dolu yanlarında durup şükretmekten başka bir şey gelmiyor elimden.

Dünyanın dönme gücünü iyi insanların eylemlerinden aldığını düşünmüşümdür hep. Bu bana cennetin varlığından daha gerçek görünüyor.
Bazen insan olmaktan utanıyorum. Doğanın gölgesinde bir kedi olmak geliyor içimden. Taş olmayı arzuluyorum.

Bazen çekip gitmek istiyorum. Ama inandıklarım peşimi bırakmıyor.

Aklındaki cehennemi cennet sananlar seslenmek istiyorum.

Siz bizim varlığımızın kanıtısınız. Siz olmasaydınız ne biz kendimizdekilerin farkında olabilirdik. Ne de cehennemin. Dünya hızla döner biz hiç ölmezdik.

Bize aklınızdakileri yaşatmaktan vazgeçin.

Zuhal Özden

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder