26 Ağustos 2011 Cuma

Bayramların Seyranların Alayına İsyanım Var

Bayramları sevmiyorum, hiçbir zaman da sevmedim. Bana dayatılan mecburiyet kılınan hiç bir şeyi sevemedim ben. Çocukluğumda zorunlu ev gezmelerine götürülürdüm, tanımadığım yaşlı kadınların adamların ellerini öper, sevmediğim tuzlu sütlaçları yemek zorunda bırakılırdım. İstemediğim kıyafetleri giyerdim. Bayrama uygun, aile ziyaretlerine uygun şeyler seçmem istenirdi.
Büyüklerin seremonisine uymak zorunda bırakılmaktan nefret ederdim. Güler yüzlü, nazik olmak zorundaydım. Oysa suratımı asmak hatta çığlık atmak isterdim. Rol yapmayı hiç beceremedim, suratı asık somurtkan oldum büyük ihtimal böyle günlerde.
Sabah erken kalkıp sofra hazırlamamızı isterlerdi. Erkekler sabah namazından gelmeden, ortalık toplanmalı, kahvaltı sofrası hazır olmalıydı. Bayramlıklar giyinmeli, eller öpülmek için beklenmeliydi.
Babamın aile ocağımız dediği yerde namazdan gelen erkekler bir ağıt tuttururdu, namazdan gelen evin merdiveninin bir basamağına oturur sessiz sessiz gözyaşı dökmeye başlardı. Küçük yaşta ölen babalarının, onlar evlendikten hemen sonra ölen annelerinin ağıdını yakarlardı. Babamın ağlamasından nefret ederdim. Bana kendimi güçsüz hissettirirdi.
Hep birlikte gittiğimiz aile mezarlığında da ağlardı babam. Ben ağlamak istemezdim. Babaannemi özlemesem de, onu az hatırlasam da mezarı başında olmak beni üzerdi ama babam ağladığı için ben ağlamak istemezdim.
Bayramlarda tanımadığım insanları ziyaret edip onları görmekten mutlu olmuşum gibi davranmak hoşuma gitmezdi.
Kuzenlerimle şeker toplamayı severdim. En çokta çikolata seven evin insanları hoşuma giderdi. Öyle sıradan şekerlemelerin sadece beğendiğimiz jelatinlerini bir süre saklardık.
Yakın aile fertleri kenarlarında nakışlar olan mendiller verirdi. En güzellerini Münevver Teyzem verirdi. Onları neden saklamadım sanki.
Erkek çocukları büyüdükçe onlara verilen mendiller farklılaşırdı.
Çizgili, babalarının kullandığı mendillerin aynısı olurdu, kızların ki yaşları büyüse de değişmezdi. Beyaz kenarında renkli nakışlar olan narin küçük patiskalardı. Kolalı, ütülü ve katlanmış olurdu.
Yaşlı bir kadın bizi şeker istedik diye kapısından kovmuştu. Yüzümüze kapatmıştı kapıyı, sanırım yaşlandığımda ben de onun gibi olurum, belki de kapıyı hiç açmam.
Gerçi şimdiler de kapıyı çalan kimseler yok. Kimse şeker toplamaya gelmiyor.
Hala zorunluluklar var hayatımda, sevmediğim insanları görmek zorundayım.
Ölümüme beş kala değiştiremediklerim beni çok kızdırıyor. Değişmesi gerekenin ben olmasına da kızgınım.
Düşüncelerimi değil insanları kovalamak istiyorum etrafımdan. Rahat bırakılmak, bir başıma olmak, dilediğimce somurtmak istiyorum.

Zuhal Özden
27.08.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder