19 Kasım 2011 Cumartesi

Altı Kadın Hikayesi

Bu ülkede insanın içini burkan, anıra anıra ağlayacak o kadar çok şey var ki.
Bunun sebebi çaresizlik, sisteme çarptıkça kafanı gözünü yararsın, canın yanar, öfkeli kelimeler çıkar ağzından ağlarsın.
Sistem dediysem, okuyan ülkeyle sınırlamasın ya da yaşadığı yeri büyük sanmasın, dünyadaki en kocaman sistemden bahsediyorum.
Kendi kimliğinizle, öteki olacağınız bir yere gidin, on beş gün yaşayın, tırım tırım dağ ararsınız çıkmak için, en azından ben öyle yapardım.
Beş tane kadın resmi karşımda, Şilan Uğur(18), Leyla İkincisoy(17), Hazine Şeker(32), Leyla Gündoğdu(26), Miyaser Marangoz(26) yaşları da parantez içinde bir gazete haberinde olmasında gerektiği gibi. Bu kadınların bir de kod isimleri var, bilmediğim konuya bulaşmayacağım, şayet Kürtçe bilseydim, kendileri mi kod isim alırlar yoksa birileri mi verir o konuda da bir bilgim olsaydı, söyleyecek sözüm olurdu.
Ben yüzlerine bakıyorum, bir otobüste karşılaşmışız, ya da ben bir kafeteryada oturuyorum, onlar da karşımdaki masada oturmuş konuşuyorlar.
Hayal elbet, onlar öldü.
Teker teker inceliyorum hepsini, huyum bu gözüme çarpan insanların hayatları hakkında fikir yürütmeye çalışırım, kafeteryadan çıkıp nereye gider, kimdir, annesi nasıl biri, nasıl bir evde yaşar, özelliklerini, kişiliğini tahlil etmeye çalışırım.
Bu kadınlar oturmuş, hiç bilmediğim bir dil de değil de, benim anlayabileceğim bir dil de kaçış planı, ya da dağa çıkma planı yapsalar yan masada, neden diye sorarım, neden?
Burada çaylarını içip, sıcak yataklarında uyumak varken neden, sıcacık bir yatak, hatta yanında seni anlayan kocaman bir omuz, bırak o çok fazla hayal oldu, konuşabileceğin, sesine yankı veren bir sesle yetinip, okuluna, işine gitmek varken, hatta çocuk doğurmayı onu kucağına alıp ensesini koklamak varken, neden en sıradan yaşama şeklinden vazgeçip, öfkeli adamların arasına karışmak istiyorsunuz .

Sadece kendiniz, bir başınıza, kızgın adamların arasında yaşamaktan korkmuyor musunuz?
Ben geceleri onca ışığın, binanın, kalabalığın arasında evime koşuyorum güvenli bulduğum bir kutunun içinde.
Gözlerimle, konuşkan beden dilimle sorardım. Oturduğum koltukta bin şekle girerdim.
Sadece kadınım, uyuma yolum, şeklim farklı, şimdilik, bir deprem olsa yaşadığım şehirde, ölmez de sağ kalsam, güvende hissettiğim, sevdiklerim yok olsa.
Tek başıma tıpkı ilk depremde olduğu gibi bir tenis kortunun beton zemininde, bulduğum bir taşı yastık yapacağım başıma, beni hayata bağlayan kimse olmadığı içinde her gece ölmeye yatacağım.
Kimse elini sokup benim içime, vicdanımla oynamasın, yaşamın içinde böyle bir kural yok.
Birini anlamak mı istiyorsun, ya da bu kadınları, kendine dönersin, erkek misin etrafına bakarsın, karına, kızlarına, onların yüzlerine, sonra düşünürsün.
Benim evimden biri alıp başını gitse bilinmeze, karım dağa çıksa ne olur arkadaş.
Kızıma işkence etseler, gazdan zehirlenip ölse; sıcak yatağında uyumaktan vazgeçip, on sekiz yaşındaki kızım çekip gitse, benim hazırladığım kahvaltılardan vazgeçse, yemeklerimi soframda yemek yerine, kuru bir ekmeği tercih etse, aç kalmayı göze alsa, yaşamak yerine, ölümün peşine takılmayı tercih etse adam olarak kendime sormaz mıyım ben, neler oluyor?
Ben nerede hata yaptım, biz nerede hata yaptık?
Beş kadın, beş kadın hikayesi, kimse kimsenin vicdanına, aklına bulaşmasın.
Herkes şapkasını eline alsın, kendine değeni düşünsün. Kapansın bir odaya düşünsün.
Nerede hata yaptık. Biz nerede hata yaptık. Biz nerede hata yaptık.
Kendinizde hesaplaşmadan da çıkmayın odalarınızdan, sokaklarda dolaşmayın, bakmayın aynaya falan.
Gördüğünüz hayal siz gerçek değilsiniz, en derinden gelen cevap sizi gerçek yapana kadar.
Zuhal Özden

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder