1 Nisan 2011 Cuma

İkili Delilik

Beni bırakıp gitmişti. Ben hala inanamıyordum terk edildiğime. Ben terk ederdim hep, bu terk ediş ezberimi bozmuştu.
Sabah uyandığımda onun tarafının boş olduğunu gördüm yatakta, yastığında çukur oluşmamıştı. Saçmalıyorum. O kıpırdamadan yatamazdı ki. Uyurken savaşırdı yastığıyla. Omzunda çuval taşır gibi yüklenirdi yastığı, yavaş yavaş sabaha doğru kafasının üzerine çıkarırdı, simit tabyası gibi.
Bu sabah Ayşe’nin kabarttığı haliyle, kaz tüğü yastığı bulut misali, kıpırtısız, pofuduk duruyor.
Bu manzara hüzünlendirmedi beni, tam tersine bir öfke saplandı karnıma. “Gece eve gelmedi yine ona gitti” dedim kendime. Karısına gitmişti.
Mutfakta kahvaltı sofrasını hazırladım iki kişilik, onun sevdiği peynirleri koydum sofraya. Geceyi affettirmek için sabahında damlardı kahvaltıya elinde kocaman gül demetiyle. Kızgınlığım güllerin kırmızılığında yok olup giderdi. Boynuna sarılırdım, ısınırdı içim. Sonunda evine dönen kocanın karısı gibi hissederdim kendimi. O benimdi. Öfkeyle sevdiği tüm peynirleri çöp tenekesine attım. Hızımı alamadım. Tabağı, bardağı attım. Oysa o benim en sevdiğim porselen takımımın parçasıydı. Elim çöpe gitti. Elimi cezalandırdım. Tezgaha vurdum öfkeyle.
Yatağıma gitti aklım. Odaya gidip tüm sevişmelerimin öfkesini yastıktan çıkaracaktım. Yatağın üzerinden yastığı kaptığım gibi salona fırladım hızla, kanepeye oturdum. Onu beklediğim, evinde neler yaptığını düşündüğüm, pişmanlıktan kıvrandığım akşamlarda oturduğum kanepemde, yastığına sarılıp oturdum. İki elimi birleştirip ikisinin yan yana olmasından güç alıp, kucağımdaki yastığa bir çifte yumruk indirdim. “Domuz”, “Allah belanı versin “, “Kimsin ulan sen, beni nasıl terk edersin.”
“Sen kim oluyorsun da siktir olup gidiyorsun”
“Kime sordun be” hafızamı zorladım. Zihnimin dehlizlerinde öfkemi hafifletecek küfürler aradım, biriktirip söylemeye cesaret edemediğim küfürler düşündüm. “Muhbirsin olum sen, en iyi arkadaşımla aramı açtın sen” Karın benim en iyi arkadaşımdı. Sayende, onun yüzüne bakamaz oldum. Kuyruğunu sallayıp durdun etrafımda. Hayatımın içine sıçtın! Şimdi siktir olup gittin. Çocukluk arkadaşımdı o benim. Yapayalnız kaldım. İkimizi de aldattın sen. Delirttin lan beni, kendi kendine konuşan bir orospuya çevirdin.
Bir den yastığına daha sıkı sarıldı. Telefon çalıyordu.
“O kesin” Pişman oldu tabii. Bensiz bir gece daha uyumak istemediğini anladı. Telefona uzanır, ekranda “Annem” yazısını görünce yüzünü buruşturur. Tam sırası! Baktın kızın mutsuz çat arayıp keyfini çıkaracaksın değil mi! Aman kaçırma bu zafer anlarını.”Boktan zamanların kraliçesi” Kesin canımı yakacak ya! “Ayla nasıl görüşüyor musunuz?” der şimdi. Beni çıldırtacak ya! Siktirsin! Uğraşamam şimdi senle anne. O kadar merak ediyorsan git Ayla’yı ara.
Kadın ikinci ele ne meraklı ya! Haberleri de ikinci elden alacak. Kelepir kocalar, üvey evlatlar, ikinci el sedef kakmalı dolaplar, aynalar…
Neden kendi halime şaşıyorum ki. Kızlar analarının devamıdır.
Hızla ayağa kalktı. İşe gitmem lazım. Müjgan orospusu kesin yetiştirir şimdi “Ay o kadar morali bozuldu ki seninkinin sokağa bile çıkamadı, insan içine çıkmaya cesareti yok. Göçtü ayol kız!” Hırsla pijamalarını çekiştirdi. “Gösteririm ben size.”
Aklına gelen yeni bir fikirle salonun kapısında durup, hızlı bir U dönüşü yaptı. Elindeki yastığa baktı önce, sonra balkon kapısına yöneldi. Kapıyı açıp demirlerden beline kadar aşağı sarkıp etrafına bakındı. Onu kimsenin görmediğinden emin olduktan sonra, tıpkı basket sahasındaki oyuncunun, potanın önünde faul atışı yaptığı gibi yastığı elinde bir top gibi kavrayıp, çöp tenekesini hedefledi, tüm gücüyle fırlattı yastığı. Top havada uçup hedefi buldu. Alkışlayanları selamlar gibi, sevinçlerine ortak olduğunu göstermek için iki elini havada birleştirip zafer işareti yaptı; gözleriyle seyircileri selamlarken, karşı apartmanda, balkonda sigara içen adamla göz göze geldi. Zaferi yarım kalmıştı, ona da bir selam çaktı.
En sevdiği şarkılardan birini mırıldanırken, yatak odasında dolapları karıştırıp giyecek bir şeyler arandı kendine. “Ben senin hayatından çıktım oğlum/hadi bakalım dur o sarı odalarda durabilirsen” sözleri pek bir anlamlı geldi, sesini yükseltti, içten coşkulu devam etti şarkısına “Uzak benden aşk uzak artık/alırım başımı giderim efeler gibi heyyy”
Kendi bağırtısından kendi ürktü sesi çok cırlak çıkmıştı. Sanki terk eden oymuş hissini veriyordu bu şarkının sözleri. Bu duygu onun omuzlarını yeniden dik tutmasına, sesini yükseltmesine neden olmuştu.
İyiydi be! Oh kurtulmuştu işte. Artık sadece hayatında bir tek kendisinin olacağı birini bulacaktı. Neydi lan öyle harem gibi. Suçluluk duygusu yoktu artık. Bunun için bile her şeye değerdi.
Karısından fırsat buldukça ona gelen bir adama aşıktı. Bununla yetinen bir salak olmayacaktı artık.
Eskiden sevgilisinin giymesinden hoşlanmadığı bir elbise seçti kendine. Yazlıktı. Spordu. Bu kış gününe hiç uymuyordu. Ama giyecekti. İçinde kendini rahat hissettiği her şeyle dolaşırdı o sokakta, onun mevsimi kendinde başlardı. Bahar gelmişti bugün, şu saniye canı öyle istiyordu.
Kırmızı, dekoltesi açık elbisesine uygun, onu dışarıda titretmeyecek bir ceket bulması zor oldu. Zıt, gizli uyumları severdi. Sadece kendisinin anlayacağı uyumlardı bunlar. Saçlarının arasında minik bir toka takardı. Tokanın taşına uygun bir yüzük olurdu parmağında. Sadece kendi bilirdi uyumu, bildiklerinden haz duyardı.
Üzerindeki pijamaları, yatağına uzanmış onu arzuyla bekleyen bir adam varmış gibi en seksi tavırlarıyla çıkarmıştı. Nedense birden kendini çok arzulu, şehvetli hissetmişti. Canı sevişmek istiyordu. Boş yatağında, tanımadığı sevişgen adamı çekmişti canı.
Yok artık daha dün gece terk edilmişti. Hemen başkaları olmazdı. Onu saran buğulu duygudan kurtulmak, gerçeğe dönmek için dalga geçmek istedi kendiyle. Titreyen ayaklarını zorlayarak dışarı çıktı. Zaten işe geç kalıyordu.
Arabaya bindiğinde her yanı tıka basa hüzün dolmuştu. Direksiyonun üzerine kapanıp, gözlerini yumdu. Yapamayacaktı. Hiçbir şey olmamış gibi işe gidemeyecekti. Hayatına böyle sıradan bir günmüş gibi devam edemezdi. Eve gidip pijamalarını giymeli, hönküre hönküre ağlamalıydı. İçip sarhoş olmalı, yatak odasına kadar gidemeden, banyo kapsının önünde kusmalı, kusmuğunun içinde sızmalıydı.
Arabasının içinde hala dışarı çıkamamış sözcükler, resimler, o kapalı kutunun içinde uçuşup duruyorlardı.
En son burada birlikte oturmuş kavga etmiş, terk edilmişti. Kapıyı çarpıp gitmişti. Gerçi o “Defol” demişti ama haklıydı. O da inmek istemişti zaten. “Durdur arabayı, inicem” demişti.
“Atla, öl” diye bağırıp gaza basmıştı kadın. Adam sakin arkasına yaslanmış “Saçmalama, durdur şunu.”Tanrım ona acı çektirmekten hoşlanıyordu. O kadınların acılarıyla beslenen, türünün tek temsilcisi bir yaratıktı.
“Karın atla” dese atlardın değil mi! Öl dese ölürsün!
“Ya kızım sen bu kadının adı geçince harbi sapıtıyorsun, kafayı yiyorsun ve ben senin bu hallerinden nefret ediyorum”
Benden nefret ediyorsun, onu seviyorsun. Oh güzelmiş siktir git karına o zaman. Bir daha da gelme bana. Anladın mı istemiyorum seni.
Adam başını çevirip delirmiş gibi arabayı kullanan kadına baktı. Onun tam tersi bir sakinlikte “Durdur şu arabayı, seninle konuşmak imkansız ve ben yoruldum artık”
Aniden frene bastı kadın. Arabadan inen adam, kapıyı yavaşça kapatıp gittikleri yönün tersine yürümeye başladı.
Bir an duraksayan kadın, gürültülü bir kalkışla arabayı hareket ettirdi. Evine kadar ne bir kırmızı ışıkta durdu, ne bir arabaya yol verdi. Çok küfür işitti, çok küfür etti. Evine geldiği gibi yatağına girip sızdı.
Adam arabanın sadece sesini duydu. Dönüp arkasına bakmadı. Telefonunu cebinden çıkarıp aradığı numarada karşısına çıkana onu almasını söyledi. Telefondaki ses onun aramasına şaşırmamış gibiydi.
Fazla beklemedi adam, yanına yaklaşan arabaya elinde sigarası bindi, şoförün ona uzattığı, biradan bir yudum aldı. Hiç konuşmadan hareket ettiler. Bara geldiklerinde kapıdaki görevli dahil herkesi başlarıyla selamlayıp, kendilerine sakin bir masa seçtiler. Kimse onlara ne içeceğini sormadı. Masalarına içkileri geldi. Bir süre sessizce yudumladılar içkilerini. Söze ilk arkadaşı başladı.

Zuhal Özden

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder