1 Nisan 2011 Cuma

Anladım ki hacmimiz değil Gözlerimizmiş Kapsayan!

İnsanoğlunun tarihinde yazı icat edildiğinden beri var olan tüm kitaplarda, cennetten kovuluşumuz bir şekilde anlatılır. Tanrı cezalandırmıştır. Yasak olanı çiğneyenin kadın olması da olayın başka bir boyutudur.
Bunların hepsi benim hoşuma gider. İlk yasağı kadının delmesi, cennetteki sıradanlıktan kurtulup maceraya atılmak, insan aklının layık olduğu eğlenceli şeyler gelmiştir bana.
Sorgusuz itaat etmek demek ki insanoğlunun genlerinde yok.
Çoğaldıkça, bilgi dağarcığı genişledikçe özgürlüğünün sınırlarını, bildiklerini sınamış insan.
Hamurundaki iyilik ve kötülülük onun bildikleriyle gelişmiş, palazlanmış.
Her ne kadar okumayan bir toplumda olsak da sözel öğretiyle kulağımıza çalınmış bilgileri, tabletlere yazılmış değişmez öğretileri, günümüze kadar getirmişiz kendimizde.
Kimilerimiz tanrıcılığa soyunup etrafındaki insanların aklındakileri kontrol etmek istemiş çağlar boyunca, böylece sorunsuz itaat süregelmiş çevresinde. Bunun için insanların korkularını kullanmak en kolay yöntem olmuş. Karşındakinin korkusunu fark edip, ona hissettirmeden bunu kullanmak, insan bilincini yönetmenin en birinci kuralı olduğu keşfedilmiş.
Her sabah o sıkıcı, hatta zamanla sıradan olan işimize, gelecek korkusuyla gidermişiz. Yani korku bazen de kendi başımıza ürettiğimizi sandığımız bir şeymiş.
Ülkemizde ne zaman seçim arifesine girilse, ağızlarda hep aynı söylem vardır. “Aman kime oy vereceğiz, başka parti mi var?” Sonra o parti seçimleri kazanır, aradan birkaç sene geçer, bu sefer “Bunlar bizi mahvetti, kardeşine şunu almış, oğlunun beş fabrikası varmış, karısını hastaneye ortak etmiş” gibi söylemler başlar.
Çok fazla söz hakkı olmadığına inanınca insan, kendisine söz verildiğinde pek fazla sorgulamak için kullanmadığı kafasını çalıştırmakta zorlanır. O yüzden klasik bir söylem tutturur, farklı olmamak, günü yakalamak için. Onun problemi günlüktür. Bir evi olsun ister. Banka kredi verirse bir de araba alır. Tercihini çalışmaktan yana kullanır. Çalışır, düşünmez aldığı parayı taksitlerine yatırır. Zamanı yoktur. Eve geldiğinde açtığı televizyonunda dinlediği haberler ya yaşamadığı hayatın dedikodusudur ya da onu umutsuzluğa düşürecek bir sürü laf salatası içerir.
Hayatın içinde yaşayan kendisi olmasına rağmen onu kandırmak isteyenler, çok düşünüp kurnazlıkla uygulamaya koydukları bir senaryonun parçasını oynatmaktadırlar, evinin ekranında. Şapşal bir kurnazlıktır aslında görünen göze. Aldırmaz. Uyuması, karısının isteklerinden uzaklaşıp dinlenmesi gerekir. Çocukların okul masrafları vardır. Annesiyle babası hala onun bir baltaya sap olamadığını düşünmektedirler. Patronu onu hep küçümser bir tavırla iş buyurmaktadır.
Kabusla karışık rüyalar görür. Yorgun işinin başına gitmesi, genelde arabası bile olsa, bir buçuk saatten fazla sürer. Sinirleri gergin masasına oturur.
Tüm bu sıradanlığın, sıkıcılığın arasında ne zaman gözü gazeteye kaysa, sırf aklından geçenler yüzünden, ensesinden bir adamın eliyle bastırıp zorla arabaya bindirdiği birinin resmini görünce, ona daha bir afakanlar basıyordur herhalde. Birileri camdan el sallıyor. Komşuları bayraklar çıkarmış, kalabalığın arasında yürüyenin omzunu yumrukluyor, sonra bir yetkili çıkıp “Vallahi biz bilmiyoruz, karışamayız!”
O da “evet” diyor “O karışamazsa biz hiç karışamayız. “
Annesini hatırlıyor askere giderken hüzünlü dalıp dalıp gidişlerine nasıl kızdığını, içerlediğini. “Askerliğini bir an önce bitir gel “ diyor annesi, “Sonra işe gireceksin, bak Mücella’da bekliyor! Ondan iyisini mi bulucaz!” Karısı o zamanlar mahallenin en güzel kızı. Şimdiki gibi “Günah” diye sofrada çocuklarının artıklarına da yemediği için dal gibi.
Hiç bir şeyi sorgulamamayı annesi öğretti belki de!
“Ya anne kaç kişi evleniyoruz biz” demedi mesela.
“Dur hele ben o benim çocukluk arkadaşım. Belki aşık olurum” diyemedi.
Devletine soramadı yahu ben çocuğum gelmesem!
Yolda arkadaşlarıyla gelirken arabasını polis çevirdiğinde, onu indirip arabasını didik didik aradığında “Bir dakika kardeşim bu benim mülkiyetim arama izniniz var mı!” demedi.
Sokakta köşeğe sıkıştırdığı tinerci çocuğu azarlayan, döven memuru görünce başını çevirdi.
Karakoldan gelen kadın çığlıklarını merak etti, kızını düşündü içi yandı ama içeri girmeye cesaret edemedi. Suçlulukta duymadı. Bir gece uykusuz kaldı.
Hem nerede görülmüştü, devletin memuruna, askerine kafa tutan bir vatandaş.
Tuhaf olan karakola girip hesap sormaktı.
Şu saatte bir şeyler kırılıyor. Dengeler bozulup, tanrıya bin şükür ki yenileri kuruluyor.
O görür mü bilinmez!
Tam da bu sözlerle yazıma son vermiş altına da adımı yazıp bilgisayarımı kapatmıştım ki! Bir şey oldu. Bir söyleşiye katıldım. Biraz zoraki oldu aslında ama Allahtan kimse “Kim bu!” der gibi bakmadı. Sorgulayan bakışlarla karşılaşmadım. O yüzden notlar aldım keyifle dinledim söyleşinin konuğu olan genç şairi. Son yazdığı kitabından bahsetti. Neden yazma gereği duyduğunu anlattı. Konuklardan biri ona “Seçimlerde kime oy vereceğini” sordu. İşte o zaman dedi ki “Tıpkı yaşadığımız çağ gibi geçirdiğimiz dönemde çok önemli, bir kırılma noktasındayız. Bu seçimlerde oylarımız sayesinde yepyeni bir parlamento olacak siyasi hayatımızda.” Bejan Matur’un bu söylemini dinlerken, önümüzdeki iki ayın çok önemli olduğunu, onun ve benim ilk defa yapmaya karar verdiğimiz -gerçi tam tersi hareketlerde olsa- eylem için çok iyi düşünmek gerektiğine karar verdim.
Tıpkı o da sözlerini benim sabah yazımı tamamladığım cümleyle bitirdiğinde “Değişimin sonuçlarını biz görür müyüz bilinmez” sözüyse not aldığım kağıda kocaman bir gülen yüz çizmeme sebep oldu.
Bu sabah mezilimden hiç şaşmadığıma mı yoksa akşamında duygularımı başka bir kadının düşüncelerinde teyit etmek mi beni keyiflendiren bilmem, aklım karışık yazdıklarıma bir gülen yüz kondurdum.
Hızımı alamadım, yolda imzalattığım şiir kitabını yeniden okudum.
“Bir adam/Üniformalar içinde askere/‘giyin de gel’ dediğinde/Anlayacağımız tek şey/O adamın evinde olduğudur/Çünkü evdir söyleten/Güçtür ev/Yuvanın yuva oluşudur./Seninle o yüksekliğin Tanrıyla bir bağlantı/Olduğu tünele gideceğiz./Bağıracağız. “ (Bejan Matur)

Zuhal Özden

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder