24 Nisan 2011 Pazar

Pişmanlıkları Öldüğünde Bırakır mı İnsanın Yakasını

Bugün ektiğim gülleri sulamaya gelmedim. Oğlumuzdan haber getirdim sana. Bilmem hatırlıyor musun ilkokula giderken senin cebindeki bozuk paraları aşırırdı. Her gece Tadella getirirdin ona. İçi fındıklı ben de çok severdim. O daha çok yiyebilmek için sabahları cebine girer en küçük paraları alırdı. Sen fark ettiğinde onu hırsız olmakla suçladın. Babasının parasını çalan evin küçük haini ilan ettin. Senin öfken akşama geçmişti. O getirdiğin çikolataları bir daha yemedi. Para aşırma huyundan da vazgeçmedi.
Rıza, oğlumuz şimdi hapiste. Ona bizimle yaşadığı yıllardan daha çok ömür biçtiler içerde kalması için. Adam öldürdü bizim oğlumuz biliyor musun. Kendi iş yerini soymaya kalkmış. Kötü arkadaşlarına uymamış. Sen öldükten sonra onu babası gibi bildiğini söylerdi.
Onun sesini özlemişim. “Ne yemek var anne” derdi. Odasının önünden geçerken, senin söndürdüğün ışığı yakmamı isterdi usulca. Hatırlıyor musun ateşi çıkmadan önce kulakları kıpkırmızı olurdu. Ona sarıldığımda ateş gibi yanardı kulakları. Görmeye gittiğimde “Bir daha gelme “dedi.
Oğlumu bir daha göremeden ölmek ağırıma gidiyor Rıza.
Komşular beni teselli etmek için “Üzülme mutlaka af çıkar” diyorlar. Dua edemiyorum. Oğluma, sana, Tanrıya inancımı yitirdim. Bilirsin kendime hiç inancım olmadı. Var olanı da galiba sen benden söküp aldın.
Karşımda olsaydın, nasılda kaşlarını çatardın şimdi. Ya kalkıp kahveye giderdin ya da dinlediğin haberlerin sesini daha çok açardın.
Öfkesi saman alevi gibi bir adamdın. Oğlun hakkında hep en kötüsünü düşündün. Bunu bir denge sandım Rıza. Tanrı seni duymaz sandım. Senin söylediklerini dua olarak kabul etmez, iyilikle andığım geleceğe kulak verir sandım. Neden onu sevdiğini hiç söylemedin.
Oğlun patronunu öldürdü. Onun parasını almak isterken canını aldı.
Sen oğlunu cezalandırma görevini kardeşine vermiştin. Oğluna el kaldırmaya üşenir miydin yoksa kıyamadığın için mi onu kardeşinin dövmesine izin verirdin hiç bilemedim. Cevabından korkup, ne yapacağımı bilemediğimden sormadım. Neden onun canını yakmasına izin verdin.
Ahmet kendi oğlu olmadığı için, belki de hiç evlenmediği için merhameti bilmezdi.
Onu yatağına bağlamıştı hatırlıyor musun.
Okuldan kaçtığı günlerde, onu yakalayıp evimize getirdiğin de “Ağabey bırak bu çocuğu ben adam edeyim” demişti. Sen de bırakmıştın. Onu bir esir gibi yatağa bağlayıp, tıpkı babanın seni, senin kardeşine yaptığın gibi kemeriyle dövmüştü. Neden ona engel olmadın.
O gün hepimize çok acıdım Rıza. Biz oğlumuza çok eziyet ettik. Biz sevmeyi hiç bilmedik. Gerçi kimse bize yolunu göstermedi.
Bizi hiç affetmedi. Oğlumuz olmaktan utandı belki de kendine hep eziyet etti.
Bugün hapishanede oğlumuzu görmeye gittim. Başka ziyaretçisi vardı biliyor musun. Evlenmiş. Bir kızı varmış. Eve gelmediği gecelerde biz arkadaşında sanırken o karısının yanında uyurmuş.
Gelinini görsen tanırsın. Senin cenazene de gelmiş. Ben görünce tanıdım. Onca kalabalığın arasında seçilecek kadar güzel bir kadın.
Onu dövüyormuş. Hamile olduğunu öğrendiğinde öyle kötü dövmüş ki gelinimizi hastaneye kaldırmış komşuları.
Kızcağız bugün çıkışta yanıma gelip benimle konuştu. Çok ağladı Rıza. Oğlumu anlattı bana. “O yaralı bir çocuk” dedi. Baba olmaktan korkmuş. Sevmeyi kızında öğreniyormuş.
Torunumuz çok hasta. Doğduğun da kansermiş biliyor musun. Annesi hiç saçlarını tarayamamış. Doğduğu ay kemoterapiye başlamışlar. Sapsarıymış yavrucak. Gözlerinin akı sarıymış. Güzelmiş gözleri. Gözleri gri yeşilmiş henüz. Üç yaşındaymış. Daha değişir demek geldi içimden ama söyleyemedim. Babasının da gözleri uzun süre yeşile çalmıştı bilirsin.
Bilmezsin belki de sen o zamanlar çok meşguldün. Arkadaşlarınla ava giderdin. Hep yorgun olurdun. Geç saatlere kadar uyur sonra kahveye inerdin.
Ne çok uyurdun. Uykuda bir ölüm şekli bilirsin. Her şeyi bilirdin sen, ama fazla konuşmayı sevmezdin.
Sen ne huysuz olmuştun son günlerinde. Hepimize kök söktürmüştün. “Öldürün ulan beni “ diye bağırıyordun. Kahvedeki arkadaşlarını çağırıyordun yardıma gece yarısı. Bir tek onlar canını alır, acılarından kurtarır sanıyordun. Onlar senin can yoldaşındı.
Gelinimizin ailesi bu evliliği hiç onaylamamış. Kaçarak evlendikleri için affetmemişler çocuklarını. Onlar Adana’da tanışmış. Tanıdığı günden beri hırçın bir çocukmuş bizim oğlumuz.
Bazen kendi evinden de kaçarmış biliyor musun. Günlerce nerede olduğunu bilmezmiş karısı. Sonra hiç bir şey olmamış gibi geri gelirmiş, elleri kolları dolu. Tıpkı senin “Ava gidiyorum” diye, tüfeğini, Kral’ı alıp gitmen gibi o da çekip gidermiş.
Kral da öldü. Uykusunda bir kuşun peşinde koşarken belki, yorgun öldü.
Bugün gülleri sulamaya vaktim de niyetim de yok. Eskisi gibi gelemeyeceğim sana. Gelinimle, torunumla ilgilenmem gerek.
Kalan ömrümü yoksunluklarımı gidermekle geçireceğim. Pişmanlıklarımdan kurtulur muyum bilmem.
Madem oğlum beni görmek istemiyor onu bir daha rahatsız etmeme kararı aldım. Belki içinden bana daha önce neredeydin diyordur. Geç büyüdüm diyemem ki, insan evladından sonra büyür mü Rıza.
Evi satıyorum. Ankara’da ki kiracıya haber gönderdim. Dükkanı da elden çıkaracağım. Torunumuzun masrafları çok ağır, kızım çalışacak ben torunuma bakacağım.
Hastanede senin işlemlerini yaptığım son gün lanet etmek gelmişti içimden, bir daha gelmem demek. Dilimi ısırmıştım. “Tanrım beni tekrar muhtaç ederse” demiştim. Yemini bozmuyorum Rıza. Ben götüreceğim onu her gün hastaneye.
Akşama bana geliyorlar. Yemek yapmalıyım. Birilerine yemek pişirmeyeli o kadar uzun zaman oldu ki.
Evimde, soframda neşe istiyorum Rıza.

Zuhal Özden

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder