26 Mart 2010 Cuma

Gölge

İçimde garip şeyler oluyor. Bazen, etrafımdakileri ben ve ötekiler olarak kalın çizgilerle ayırıyorum. O çizginin ortasında duruyorum. Bazen öteki tarafa zıplıyorum. Sımsıkı sarılıyorum onlara. Bazen ellerim, kollarımı kavrıyor. Şefkat arıyorum kendimde. Bir yaşlı kadın gibi, dizlerimi ovalarken buluyorum. Avuçlarım, göz çukurlarımı kapatıyor. Karanlığımda huzur arıyorum. Saçlarımı karıştırıyorum öfkeyle, tel tel çekiştiriyorum bazen.

Bir adım geri gidip, yaptıklarıma bakıyorum. Yaptıklarıma derken, yol haritama bakıyorum. Bunca zaman izlediğim, düşünce haritama! Üzerine bastığım taşları kontrol ediyorum teker, teker. Bazen içimden serin sular akıyor. Bazen boğazımda kocaman bir Adem elması hissediyorum. Yutamıyorum.

Bazen bir kitap okuyorum. O kitap, beni bir filme götürüyor. O film, beni bir yönetmenle tanıştırıyor. O yönetmen, beni bir fikre taşıyor. O fikir, beni bir söyleşiye gönderiyor. O söyleşi, bana insanları yeniden sevdiriyor. Çizdiğim kalın çizgi belirsizleşiyor. Gölgem koyulaşıyor.

Cümle çalıyorum şairin birinden. “Edebiyat, kelimeler ile duygu arasındaki nöbetçidir” diyor. Hayret duygusunun bittiği yerde kelimelerin kalıplaşmasında hemfikir oluyoruz. Anneler çocuklarına, vapurun denizde neden batmadığını açıkladıkları sürece, çocuklar soru sormayı bırakmakça, kelimelerin dönüşeceğini biliyoruz ikimizde. Kız kulesi orada durdukça, çocukların zihninde, annelerin dilinde, o masalın hep yenileneceğini biliyoruz.

Bazen içim ferahlıyor düşüncelerimden. Gölgem koyulaşıyor. Bazen içim boşalıyor hissettiklerimden. Gölgem silikleşiyor. Kalın bir çizgi çekiyorum tam ortaya. Öte yana fırlatıyorum tüm nesne ve özneleri. Geriye bir tek ben kalıyor.

Zuhal Ozden

İst., 24 Mart 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder