8 Mart 2010 Pazartesi

Tüyüm ve Ben

Şöyle tılsımlı bir tüy değsin isterdim ruhuma, annemin rahmine düşerken. Ya da artık nasıl o görünmez tüy değiyorsa insanın bir yerlerine öyle işte!

Şu hayalci kafamda bir senaryo kuruyorum kendi hayatım üzerine.

Bir gecekonduda dünyaya gelmişim. Gözlerimi açtığım zaman, yüzümü buruşturmuşum önce. İlk aklıma gelen bu küf kokusunun hiç de burnuma layık olmadığı. Çamurlu yollarında gezinmişim bir dönem. Hiç aldırmamışım en sevdiğim, her kesin güldüğü ayakkabılarımın çamurlanmasına. Herkes yollarının çamuruna uygun lastik çizmeler giyerken, ben sevdiğim ayakkabımı giymişim. Bir gün öfkem yolumu açmış ve ben kendimi asfalt yollarda bulmuşum. Bulmuşum da ne olmuşum? Hayalimde ki arabanın beni istediğim noktaya götürmesine izin vermişim. O nokta bir gazete binası olabilir. Kapıdaki görevliye öfkemin bana verdiği güçle, hedefimden emin bir isim fısıldamışım. Merdivenleri çıkmışım sonra ardıma bakmadan, dizlerimin titremesini yorgunluğuma vurarak. Asansörü kullanmak aklıma gelmemiş, onun keyfini belki de inmeye saklamışım. Sonra…

Kapıdaki görevlinin, önceden haber verdiği sekreterin, beni sorgulayan gözlerine aldırmadan, uzun bir bekleyişe hazırlarım kendimi; beklediğim kapının önünde. Uyuşukluktan aklımı korumak için, mutsuzluktan uyumamak için; küfün kokusunu, çamurun ayakkabılarımdaki, giysilerimdeki lekesini ararım hafızamda. Sekreter kadının merak ettiğine emin olduğum doğal kızıl saçlarımın lülelerini, parmaklarıma dolarım; ellerim oyalansın diye. Birazcık botoks görmüş dudaklarımı kemiririm arada; söze nereden başlamalı diye. Gözlerim karşımdaki kadınım ayakkabılarına kayar. Kendi kendime ant içerim: ilk maaşımla onunkilerden çok daha güzeli alacağıma. Görünmez ellerim hafiften kısa eteğimi çekiştirir; suçluluk duysuyla.

İşte çözülmenin başladığı anda, kapım açılır. Ve ben ışığın olduğu yere davet edilirim. Sadece meraktan alınırım huzura. Günün akışını değiştiren, anın merakından, girerim kapıdan içeri. Ve başlarım hayallerimi anlatmaya. Bu binada, bu gazetenin bir köşesinden, herkese seslenmek isteğimi söylerim. Neden o binayı seçtiğimi, neden o köşeyi istediğimi anlatırım. Hangi insanların bu köşeden beni duyabileceklerini neden tahmin ettiğimi, onlardan biri olduğum söylerim. Görünmez tüyüm, benim, o odada varlığımın hissedilmesini sağlar.

Köşeme oturup, ruhumu, soymaya başladığımda, işte olanlar olur!

Her gün yaşadıklarımı anlatabilirim. Sevgilimle yaşadıklarımı. Evlenirsem, kocamın kel kafasını! Doğurduğum çocuğun sancılarını. Hayran mektuplarımı. Seyahatlerimi. Dolabımda ki ayakkabıların sayısını. Evimi. Saçlarımı sarıya dönüştüren kuaförümün ne kadar ahmak olduğunu!

Ya da dönüşümüm her neyse, soyundukça: neler dökülürse, saçılırsa, ruhumdan parmaklarıma. Onları birer birer köşemden akıtır; akıttıkça, aynada kendime bakar gibi, görünmez yanlarımı; parçalara böler, döker, saçarım.

Arada bir saldırgan yönüm çıkar, orta yere. Başka bir köşeye saldırı veririm. Nedeni benden akıllı oluşu ya da daha hayatın içinden yazılar yazdığı olabilir. Kim bilir? Bazen ben de bilemem. Geldiğim, durduğum yerden öyle bir söz söylerim ki artık geri dönemem.

“Ayşe Arman, Perihan Mağden’e “yazdıkları güzel ama insan olarak beş para etmez” demiş.”

Demişte neden demiş. Okuyunca gülmek geldi içimden. Sonra yazmak

Yazmama neden olan, bu satıra teşekkürü borç biliyorum sadece.

Zuhal Özden
İst., 8 Mart 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder