11 Mart 2010 Perşembe

Harikalar Dİyarına Yeniden Gitmek


Filmin çekileceğini öğrendiğimizde bizi çocukluğumuza götüren, o kara delikten gönüllü yuvarlanmamıza neden olan imge şapkacı oldu bu sefer. Jonny Depp, yüzündeki sevimli makyajı, kafasındaki şapkasıyla beynimize kazındı.

Küçük kızlar, sevimli tavşanın peşine takılıp bir bilinmeze gitmişlerdi çocukluklarında. Büyüdüklerinde hayran oldukları adamın peşine takılmayı beklediler sabırsızlıkla. Sonunda film vizyona girdi. Benim gibi yaşlı olanlar üç boyutun tadında biraz şaşkın seyrettiler belki de. Sonra büyüsüne kapıldılar. Ön sıralarda oturan küçüklerden utanmasalar, burunlarına konacak mavi kelebeğe dokunacaklardı.

Filmi seyrederken zihnimin içinde neşeli bir yolcuğa çıktım uzun zaman sonra ilk defa. Bir sondaj çalışması yapıldı içinde; derinlere inmek zor oldu elbet. O yüzden başlangıçta yadırgadım filmin boyutunu. Sonra Alice’e birlikte bıraktım kendimi, boşluğa düşmenin cazibesine. Arada büyük yanım rahat bırakmadı beni, kıyas yaptı. Alice geçmişi hatırlamasa da, ben hatırladım kendimde ki küçük kızın yansımalarını.
En çok tavşanı severdim. Onun bilgeliği kalmıştı aklımda, yol göstericiliği. İstediğim yere kaçabilmenin harikalığı ve uymam gereken kaçtığım kurallar.

Her yerde kurallar vardı. Doğanın, insanın doğasının, buyurduğu kurallar.

Ben de içimdeki küçük kızı dizime oturtup yeniden seyretmeye başladım filmi, hiç farkında olmadan.

Kurallar hiç değişmemişti. Görünmez ya da görünür bir korku yerleştirilirdi önce insanların yüreklerine. Sonra başlardı insanlar arasında, nereye gidersen git savaşlar. Bir kahraman gerekirdi her zaman, bir seçilmiş kişi olurdu. Bu evrenin kuralıydı, ya da öyle sanılıyordu.

Alice yaşamdan yana olan Beyaz Prenses tarafından öldürmeye ikna edilirken: bunu kendisinin istemesi gerektiği çünkü, ejderha ile baş başa kalacağı hatırlatılıyordu. Başka hiç kimse olmayacaktı. Ejderha korkunun ta kendisiydi.

Kırmızı Prenses Alice’i yok etmek istiyordu. Onun hüküm sürmesini sağlayan korkuydu. Bilge tırtıl sabırlı yaşamının meyvelerini sözleriyle veriyordu. Ödülü, kısa süren güzel anla son bulmaktı.

O beklenen gün geldiğin de Alice’i öldürmeye ikna eden şey tam olarak neydi hatırlamıyorum. Belki de artık kendisinin bir rüyada olmadığına karar vermişti. Belki Şapkacı ikna etmişti onu.

Yaşadığı anı sahiplendi ve yapması gerekenin kendisinde olduğunda karar verdi. Bir başına ejderhanın kapalı tutulduğu yere gidip ona meydan okudu. Ve aklına babasının ondan her sabah istediği şey geldi. Olması imkansız olan altı şeyi düşünmeye başladı. Her şıkkını yüksek sesle tekrarladığı imkânsızında, ejderhanın bir yanı yara aldı. Rakibinin Kafasını kopardığı zaman, onu izleyen tüm insanların derin bir nefes aldıklarını gördük.

Sanki bir dama tahtasına benzeyen savaş meydanında artık kırmızılar ve beyazlar kardeş olmuştu. Yüreklerindeki korku silinince herkes maskesini bir tarafa bırakıp, mevzilerinin önemini yitirmiş olmasının rahatlıyla, dağılmaya başlamıştı.

Bizde dağıldık. Başlarımız önümüzde. Suskun.

Zuhal Ozden
11 Mart 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder