13 Temmuz 2011 Çarşamba

Annemin Pazar Parası Babamın Tespih Tanesi

Annem pazara Perşembe günleri giderdi. Gelirken yanında mutlaka bir hamal olurdu. Ağabeyim dalga geçerdi “Anne birazda başkalarına bıraksaydın.” Her seferinde söylediklerini ciddiye alırdı annem. “Sofrada yemek eksik olsa ilk somurtan sen olursun konuşma fazla.”

Bazen ağbimin sözünü dinler gibi hamal olmadan kendi taşırdı aldıklarını o zaman hamal parasını, kendi diktiği kesesine koyardı. Siyah kadifeden diktiği keseden ağbim arada para aşırırdı. O zaman kıyamet kopardı evde.

Babam gelmeden azarını işitir, ortalık durulurdu. Annem bizim günlük kusurlarımızın hepsini ona iletmezdi. Başa çıkamayacağını düşündüğü, duyunca kendisinin de azar işiteceğini inandıklarını hafifletir, uygun bir anında söylerdi babama.

Bir Perşembe günü annem pazardan gelmedi. Hamala vermediği yükleriyle karşıdan karşıya geçerken, kaldırımın kenarına yığılıvermiş. Onu hastaneye kaldırmışlar. Mahallenin kadınları yolun kenarında yatan annemi tanıyıp, birlikte hastaneye gitmişler. Banka müdürü olan babama haber vermişler. Koşup gitmiş babam. Biz okulda her şeyden habersiz eve dönüş saatimizi beklerken, annem babamdan helallik bile alamamış. Hastaneye götürdüklerinde onu yoğun bakıma sokmşlar. Beyin kanaması geçirmiş. Bir daha kendine gelmemiş. İki saat sonrada ölmüş.

Okuldan eve geldiğimizde evde komşumuz Nagihan Abla vardı. Onu eskiden sever miydim, hatırlamıyorum. Annem öldükten sonra nefret ettim. Nagihan ismini de hiç sevmiyor muşum meğer.

“Babanız çok üzgün çocuklar, onu daha fazla üzmeyin.” Demişti. “Ağlamayın. Yaramazlık yapmak yok, gürültü yaptığınızı duymayayım. Bakın annenizde sizi görüyor. O da üzülür”

Ağabeyim hiç konuşmamıştı. Odasına gitmiş, kapıyı o kadar hızlı kapatmıştı ki odasının camını kıracak annemi üzecek diye ödüm kopmuştu.

Annemin neden öldüğünü, nasıl öldüğünü babam bize, onu toprağa verdikten sonra anlattı. Biz, korkup soramamıştık neler olduğunu.

Ağabeyim cenazeye gelmedi. Babam onunla konuşmadı.

Komşumuz Nagihan Abla onu odasından çıkarmak için çok uğraştı. Ama abim ona öyle bir bağırdı ki, kadın söylene söylene çekip gitmek zorunda kaldı. “Ne halin varsa gör, terbiyesiz” dedi.

Ben babamın yüzüne bakmaya korkuyordum. Annemi evden bir kutunun içinde çıkardıklarında onun gerçekten öldüğünü anladım. Kendi kendime yemin ettim, bir daha hiç kimsenin cenazesine gitmeyeceğime. Kimsenin evden böyle çıkmasını seyretmeyecektim. Bu gerçekten ölüm demekti.

Bana onun yüzünü göstermek istediler. Odasına sokmaya çalıştılar. Bende kapının eşiğinde durup ona uzaktan baktım. Ayağımı kaldırdım. Ama eşiği aşıp odanın içine ayağımı sokamadım. Beni omuzlarımdan itti teyzem, “Anneni görmek istemiyor musun” dedi. “Bırak beni” dedim. Yanımdan ayrılıp yatağının yanına gitti teyzem. Onun ne kadar şansız olduğunu haykırdı. Gözlerini kapatamamışlar annemin. Babam sabaha kadar annemin başında oturdu. Teyzem kızdı ona. Ayıpladı. Günahmış. Annem artık onun için yabancıymış. Görmesi doğru değilmiş.

Ağabeyim odasından hiç çıkmadı. Bir hafta yemek yemeden odasında oturdu. Hiç kimseyle konuşmadı.

Odasından çıktığında babama yatılı okumak istediğini söyledi. Lisede okuyordu. Üniversiteye gitmesine bir sene vardı. Daha iyi hazırlanacağını, eve gelmek istemediğini söyledi. Babam kanepede, o ayakta durdular bir süre. Babam ağladı. “Peki oğlum” dedi. İlk defa adını söylemedi ağbimin. Annem hep “oğlum” derdi, babamsa adını seslenirdi oysa.

Ben ortaokula gidiyordum. İkimiz sessiz, sözsüz yaşamaya başladık babamla. “Karnın aç mı baba” derdim. “Varsa bir şey yerim” derdi. “Sevdiğin bulgur pilavını yaptım annemin ki gibi”, “Hımm” der başını sallardı. Ağır ağır yerdi yemeğini.

Erkenden emekliliğini istedi. Ben üniversiteye hazırlanıyordum. Ağbim mimarlığı kazanmış başka şehirde yurtta kalıyordu. Bazen telefon ederdi. Derslerimi, babamı sorardı. Annemden hiç bahsetmezdik. Sanki yaşamamış gibi davranırdı.

Babam annemin siyah kadife kesesini alırdı eline, pencerenin önüne oturur sanki tespih çeker gibi, elini kesenin içine sokar bozuk paraları şıkırdatırdı. Onları sayıyor muydu, yoksa okşuyor muydu bilmiyorum. Sanki pencerenin önünde annemin pazardan dönüşünü beklerdi. Zamanla ümidini kaybedip ölümünü beklemeye başladı. Daha az yemek yiyordu. Artık namaz kılmaya başlamıştı. Uzun uzun dualar ediyordu.

Ya seccadenin başında oluyordu. Ya da pencerenin kenarında, elinde kesesi bozuk paralarına dokunuyordu.

İlk zamanlar onun çıkardığı sesi hüzünle dinliyordum. Aklıma annemle ilgili anılarım, ağabeyimin şakaları gelirdi. Zamanla nefret etmeye başladım bozuk paraların sesinden. Ders çalışamaz oldum. Kulağımda kulaklık, müzik dinleyerek ders çalışmama rağmen uğultu halinde kafamın içinde bir yerlerde bozuk paraların sesini duyar olmuştum.

Okul bitmişti. Sınavlara az kalmıştı. Babam derslerimle, okulumla ilgilenmiyordu. Ben de ağbim gibi çekip gitmek istiyordum. Onu bırakıp gitmem imkansızdı. Kendimi köşeye sıkışmış hissediyordum.

Annem öldüğünden beri hiç ağlamamıştım. İçimden çığlıklar atmak geliyordu. Rüyalarımda henüz onu görmemiştim. Sadece evin içinde kovalamaca oynuyorduk. Ben ders çalışırken annem mutfakta, ben salondayken o odasında uyuyordu. Bu histen kurtulamıyordum. İkimizde görünmez olmuştuk.

Babam pencerenin kenarında oturmaya devam ediyordu.

Sıcak bir haziran günü öğle üzeri sokaktan sesler gelmeye başladı. Kahkaha sesleri geliyordu. Gençler yüksek sesle gülüyor, bağırılıyorlardı. Sessiz sokağımızdaki değişimi görmek için salona geldiğimde babamı pencerenin önünde ayakta buldum. Camı sonuna kadar açmış dışarıya bakıyordu. Elindeki kesenin içindeki paraları hızla uzağa fırlatıyordu ara sıra. Ona bakıp gülen gençleri görmüyor gibiydi. “Para lan bunlar” diye bağırışıyordu gençler. “Çöpe atmak yasak amca bunları bilmiyor musun” diyordu biri. Umurunda değildi babamın. Kızgın da değildi. Ölüm gelip onu almadığı için sıkılmıştı. Anneme kızgındı belki de. O gidince evimizdeki hayat durmuştu. Sanki kimse yaşamıyordu. Hepimiz kendimizi suçlu hissediyorduk yaşadığımız için belki de. Babamda tüm kızgınlığını paralardan çıkarmaya karar vermişti.

Onun hali karşısında bir an ne yapacağımı bilemedim. İçeriye alıp pencereyi kapamaya korktum. Keseyi boşalttıktan sonra kendi kapadı pencereyi. Sanki hiç bir şey olmamış gibi bana boş gözlerle bakıp koltuğuna yeniden oturdu.
Söyleyecek hiç bir şeyim olmadığı için, kurtulduğum sesten de biraz da olsa sevinçli içeriye döndüm.

Ertesi sabah babam felç geçirdi. Yirmi gün hiç konuşmadan, kıpırdamadan yattı. Sol tarafına felç inmişti. İyileşmek için hiç çaba göstermedi.

Öldüğünde gözlerini ağbim kapadı.

Zuhal Özden
13 Temmuz 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder