14 Ekim 2011 Cuma

Başım Belada

Evimden kaçtım. Annem babamı unuttu. O adamla evlendi. Onun babamın koltuğunda oturup ayağında onun terlikleri, televizyon seyretmesine dayanamadım. Evden ayrılalı on gün oldu.

Adamın cebindeki bütün parayı çaldım. On gündür pis bir otel odasında uyuyorum. Buna uyumak denirse. Odamın kapısı kapanmıyor. Duvarda geceleri hamam böcekleri geziyor. Işıkları, resepsiyondaki adam akşam on olunca söndürüyor. Karanlıktan korktuğumu bilmezdim.

Sadece babamı sevdiğimi sanırdım. Annemi özlüyorum. Onun bana bağırmasını özledim. Bir daha oraya dönmeyeceğim. İkimize de ihanet etti annem. Babamın yorgunluktan uyuyup kaldığı koltuğunu evde hepimizden çok sevdiği şeyi ona verdi. Dokunmasına izin verdi.

Her sabah gemicilerin gittiği bir kahveye gidiyorum. Orada bana iş bulacağını söyleyen bir adam var. Benim gibi evden kaçmış. Ama annesine kızıp değil. Yaşadığı hayatı sevmiyormuş. Nefes alamıyormuş. Karısının yanında uyanmaya sesini duymaya tahammül edemiyormuş. Küçüklüğünden beri hep evden kaçarmış. Babası her seferinde döve döve eve getirirmiş. Askerde bile kaçmış tam üç kere. Onu disko denen bir yere hapsetmişler. Orada biraz kafayı sıyırmış. Hayaller görür olmuş. Arada öteki dünyaya gittiğini söyledi bana. Ona güvenmiyorum, yanımda değilmiş gibi benimle konuşurken görünmeyen birilerine anlatıyormuş gibi söylediklerini. Benim fark edemediğim biri varmış gibi hissediyorum onun yanında. Ondan biraz korkuyorum aslında. Başka kimse konuşmuyor benimle.

Gemici olmak için para lazım. Bana iş bulacak söz verdi. Bir oğlu varmış. Onu bıraktığında altı yaşındaymış. Şimdi üniversitede okuyormuş. Onu görmeye gidiyor her gün. Okulun kapısında izliyormuş onu. Çok yakışıklıymış. İyi bir insanmış. Annesine benziyormuş.

Karısı iyi kadın hiç evlenmemiş.

Güzel dikiş dikermiş. Komşuları ona yardım etmiş, kumaşlar getirmişler kadına diksin diye, karşılığında para vermiş, evinin eksiklerini gidermiş, kadının gururunu kırmadan onu mesleğe hazırlamışlar. Şimdi semtinin en iyi terzilerindenmiş.

O farkında değil ama iyi adam. Bana evine dön demiyor. Neden kaçtığımı hiç sormadı. Babamın öldüğünü öğrendiğinde gözleri doldu. Omzuma dokundu. “Başın sağ olsun oğul hoş geldin gerçek hayata” dedi. İnsan canı yandığı zaman büyürmüş. Onun oğlu altı yaşında büyümüş. Karısı yirmi altısında yaşlanmış. Hayat herkese yüzünü farklı zamanlarda, değişik gösterirmiş. Bizi hayata bağlayan ya da hayatımızı değersiz hissetmemizi sağlayan hep küçük şeylermiş.

“Bak ben oğlumun yürüyüşüne bakıp, yüzündeki gülüşe göre günümü ayarlarım, elimde değil” omuzları düşmüş, ağlamak isterken gülümsemişti. Yüzü öyle diyordu.

Çocuklar ailelerinin hatalarından uzak durur ya da daha kötüsünü yaparmış.

O babasını düşündüğünde kulağı sızlarmış, ensesinden usulca kıçına doğru yol alan bir sızısı varmış, şiddeti kuyruk sokumunda son buluyormuş. Ağrı hiç değişmemiş. Altı yaşından beri aynıymış. Tekme atmayı severmiş rahmetli babası.

Oğluna bir fiske vurmamış. Onun gibi adamlar belki ben de öleymişim, köksüz ağaçlar gibiymişiz bir yere bağlanamazmışız. Bu duygu bize doğuştan tanrı tarafından bahşedilmiş bir lanetmiş.

Hüseyin amca konuşurken okulu düşündüm. Saatlerce öğretmeni dinlemeye dayanamazdım. Kaçardım okuldan. Sevdiğim hiç arkadaşım yoktu, sanki onlar çocuk ben büyüktüm. Oyunları bana çocukça gelirdi.

Gerçek olan babamdı. O benimle oyun oynamazdı ama beni sevdiğini bilirdim. Endişelendiğinde yüzünü yana çevirir, saçlarıma dokunurdu. Neşesini gözlerime mıhlamak ister, eliyle çenemi kaldırır gözlerimizi eşitlemeden, durulmazdı.

Denizde olmak farklıymış.

Aynı geminin içinde aylarca yaşasan da rüzgar varmış, sonunu kestiremediğin ufuk çizgisi olurmuş, başını çevirdiğinde her yerde gördüğün, sonra gökyüzü, hiç dinmeyen yağmurlar, zormuş hayat ama kendinden güçlüye, görünene teslim olmak kolaymış.

Bazen de gözlerini ufka diker belirsizliğin içinde kaybolduğun hissiyle sarhoş olurmuşsun. Bu sarhoşluğun tadını alan bir daha karaya ayak basmak istemezmiş.

Benim denizlerde olmam gerek. Burada sevdiğim, özlemek istediğim hiç kimse yok. Bastığım toprağa inanmıyorum.

Zuhal Özden

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder