14 Ekim 2011 Cuma

Kavram Kargaşası ve Utanç

Edebiyata sığınıp sakin sularda ilerliyordum. Gerçek hayatı kelimelerimle hafifletip yazıya döküyordum, formüllere ihtiyaç duymaya başladım. Soyut şeyleri somutlaştırmak istedim, bunu felsefe de yapabileceğimi düşündüm. O zaman felsefenin temel taşlarına bakayım dedim. Bilmediklerimi öğrenir, kendimde ne bildiğimi teyit eder, adını koyarım sandım. Bu kadarı yeterliydi benim için, aman tanrım ne kadar cahilmişim. Üç saatlik derslerde felsefe hakkında hiç bir şey bilmediğimi öğrendim. Sadece içimdeki kabuklar kazındı, bilme iştahım kabardı. Derhal bunalıma girdim.

Bugün dersimiz akıl ideası üzerine, tam da aklımı elime alıp evirip çevirmek istediğim kıvama denk geldi zamanlaması. Elimdeki notları okumayacağım, zaten okusam da anlayamıyorum. Belki her şey durulduktan sonra, bir adım gerisine çıktığımda ben de kalanları değerlendirebileceğim. Yazmanın iyi hali, dökülürken akıl tıkanıklığınızın geçmesi.

Önceki dersimizin konusu İnsan Hakları, kavramlar ve sorunlarıydı.

Hocamız İoanna Kuçuradi bize hak nedir diye sordu. Masanın etrafındaki tüm öğrenciler söyle bir durduk. Sahiden hak neydi? İnsan hakkı ne demek? Çok sık kullandığımız bir kelime. Talep ettiğimiz, çiğnendiğini düşündüğümüz…

O gün gazetenin birinde yarım sayfa bir haber vardı, kadını sırtından bıçaklamışlar. İşte dedim bu, kadının hakkını yok saymış gazete, gazeteyi alan herkesi buna ortak ediyor. Fotoğrafı çeken, yayımlayan, fotoğrafın çekilmesine izin veren, bu haksızlık dedim. Ya da buna benzer şeyler söyledim.

Hayır dedi hocamız, “hak” ile haksızlığı karıştırmayın. Üstelik bu vicdan kavramına giriyormuş. Tutturamadım. Herkes bir şey söyledi hatırlamıyorum.

Dersin yarım saati hak kelimesinin İnsan Hakları Beyannamesinde ki doğru karşılığını arayarak geçti. Hiç birimiz bulamayınca hocamız çıkar çatışmalarından doğar hak dedi. İşte birinde eksilip diğerinde artan şeydir hak diye tamamladı sözünü.
İnsanda doğuştan var olanmış. Doğan her insan eşit hakla dünyaya gelirmiş.

Bir de onur varmış, doğarken bizimle birlikte gelen ve kimsenin elimizden alamayacağı. “Yaptıklarımızla insan onuruna zarar verirmişiz, uğradıklarımızla onurumuz zarar görmezmiş,” bu ezber bozucuydu benim için yazarken bile zorlandım. Notlarıma bakıyorum “zarar”, “uğradıklarımız” kelimelerinin sürekli sırası kaymış, sürekli üzerini çizmişim.

İçimde incecik bir ses, o zaman bu ülkede bütün kadınlar onursuz, çünkü onur diye bildiğimiz şeyi, bizim dışımızdakiler yoğurup, harmanlayıp bize monte ediyor demek geldi ama cesaret edemedim. Muhatabım olan kişi ne bildiğini bilmenin dayanılmaz hafifliğiyle bana o kadar ağır geliyordu ki.

İnsan Hakları Beyannamesinin birinci temel maddesinde “Bütün insanlar haklar ve onur/değer bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır ve birbirlerine kardeşçe davranmalıdırlar” diyormuş, hocamız sözlerinin arasında sık sık beyannameyi gören var mı aranızda, diyerek devam ediyordu, herkes birbirine bakıyor, sessizlik oluyordu, gören yoktu. Sınıfa aslının kopyasını getirende olmamıştı, önümüzdeki notlarla yetinmeye devam ettik.

30 maddenin diğer 29 maddesi normmuş. Onları konuşmaya vaktimiz olmadı. Biz üç kavram üzerinde düşündük, örnekler verdik, uzak yakın, alakalı alakasız.

Bu eşit insanlar, bir de akılla, vicdanla donatılmışlar. Vicdan kelimesi eşitlik ve denklikle pek bağdaşmıyor aslında çünkü insan kendi değer yargıları ile doldururmuş vicdan kavramının içini, değer bilgisi farklı bir kavrammış, herkesin yetisine göre değişirmiş.

Bu masaya döktüğümüz kavram kargaşası benim panik atağımı tetikledi. Kafam iyice karıştı bu insan hakları bize bir gömlek fazla hocam dedim. Öyle baktı neden bilmem. O kaymakamları eğitmiş, polisleri, hatta bir öğrencisi varmış rütbeli bir asker. Güldük neden gülüyorsunuz dedi. Çok kere sordu aslında, utandık.

Dün bir resim daha vardı gazetelerde. Hani hepimizin ezberinde olan bir cümle vardır ilkokulda öğreniriz. Altında iki insan yatıyordu, birinin bacağında ip. Artık bazı kelimeleri okumaktan ve söylemekten utanıyorum kelime haznemden çıkarmak istiyorum siz anlayın artık. Hani vali de cevap vermiş, bomba mı ne aramışlar, o yüzden miş. Benim okuduğum gazete nazik davranmış. Yarım sayfa ayırmamış. Sol üst köşeye koymuş. Sayfanın üçte birini kaplıyor resim. Detayları okumadım.

Salman Rüşdi’nin bir roman kahramanı vardır Safiye- Zeynep sanki yaşadığı topraklarda bütün utançları mıknatıs gibi üzerine çeker. Anadan üryan dünyaya geldiğinde, erkek doğamamanın ilk utancını yaşar, kıpkırmızı kesilir, babasının, tepetaklak bacaklarından asılı durduğu doktorunun gözleri karşısında, hani şu Utanç romanındaki karakter. Bir de kocası vardır, Ömer Hayyam’a yazarın gönderme yaptığı, üç annesinden hangisinin öz annesi olduğunu bilmeyen, insanların arasına karışacağı ilk gün başını dik tutması için verilen ilk öğüdün, asla utanmaması öğretilen çocuk.

Utanç ile utanmazın birlikteliği. Birbirlerini çekerler. Üstelik bunu en saf yanlarıyla yaparlar. Orhan Pamuk’un Ferhat ile Şirin’e yüklediği saflıkla, hani şu minyatürlere konu olan hafiflikteki saflık.

Romanda bir sahne vardır. Özürlü kız akrabaların arasında oturmuş, ilgisiz görünüp, onları dinlerken, ilişkilerine bakıp, ısınmaya, renk değiştirmeye başlar, tüm günahları üzerine çeker her zaman ki gibi sanki onun dünyaya geliş nedeni buymuş gibi, dolup taşma zamanı geldiğinde de onları en masum gördüğü başka bedenlere gönderir. Boş bir tarlada yemlenen hindilerdir enerjisini saldığı alan. Onun ya da yazarın gözünde romanda saf olan simgeye. Sevdiği adamdan ayrılmak zorunda kalan kadının yetiştirdiği hindilerin üzerine salar öfkesini. Kocaman bir arsada salınarak gezinen hindiler anında ölüverir.

En zararsız öfke kusmasıdır küçük kızın, toplu katliamıdır. Utancı öfkesiyle harmanlandıkça şekli değişir, büyür sonunda beyaz bir kaplana dönüşür, kiminin korktuğu, kiminin arzuyla beklediği ama hepsinin ölümü beklediği efsane olur. Dönüp dolaşıp kendini yok ettiği yerse yine ait olduğuna, her şeyin başladığına inandığı yerdir.

Türkçeye yirmi küsur yıl sonra çevrilen bu romanı geç keşfettim Utanç kavramı ben de Safiye- Zeynep ile özdeşleşmiş paylaşmak istedim.

Bugünlerde öfkesini ve utancını kızgın bir top gibi kucağında hissedenlerdenim. Onunla baş etmenin yollarını arıyorum. Yollarımdan biri anlatmaktan geçiyor.

Öğrenmenin yolları farklı biliyorum. Ben saflıktan yanayım, düşünceli olmak yorucu.

Zuhal Özden

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder